12.12.2024
“SURİYE’DE YAŞANANLAR YÜZÜNDEN TÜRKİYE 13 YILDA 200 MİLYAR DOLAR KAYBETTİ”
“İKİ NAMAZ ARASINDA 283 ŞEHİT VAR, ÖLEN BEBEKLER VAR. 4,5 MİLYON SIĞINMACI VAR. ŞİMDİ ‘HAKLI ÇIKTIM…’ YOK ÖYLE YAĞMA”
“ERDOĞAN’IN CESARETİ VARSA ERKEN SEÇİM SANDIĞINI KOYAR”
“BİR SİLKELEME OLACAKSA MİLLET BUNLARI SIRTINDAN SİLKELEYİP ATACAK”
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, Habertürk TV’de yayınlanan Özel Röportaj programına katıldı. Gazeteciler Mehmet Akif Ersoy, Fevzi Çakır ve Semiha Şahin’in sorularını yanıtlayan Genel Başkan Özel, çok sayıda konuya değindi. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’in sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
(Kilis’te “Esad ile temas sağlanması” açıklaması) Ben 7 Aralık’ta bunu söylemişim. Bakın Cumhurbaşkanlığının sitesi. 6’sında Cumhurbaşkanı ne söylemiş 6 Aralık’ta, bir gün önce? ‘Esed’e bir çağrımız olmuştu. Gel görüşelim, Suriye’nin geleceğini birlikte belirleyelim, tayin edelim demiştik. Ne yazık ki Esed’den olumlu bir cevap alamadık. Şu an itibariyle İdlib’den sonra, İdlib zaten tamam ama Humus yine muhaliflerin elinde ve Şam’a doğru bir ilerleyiş söz konusu. Bütünüyle bölgede devam eden bu sıkıntılı yürüyüşler arzu ettiğimiz şekilde değil. Gönül bunları istemiyor. Maalesef bölge sıkıntıda.’ Ertesi gün; ‘Zafer.’ Şimdi Erdoğan burada otursa benim yaptığım mı daha çok eleştirilecek bir şey? Erdoğan’ın elinde Milli İstihbarat Teşkilatı var. Sahada Türkiye Cumhuriyeti’nin birçok elemanı var. Onun elinde her türlü imkan var. Biz ana muhalefet partisiyiz. Sağ olsunlar devletin bilgisi, belgesi bilmem nesini partiye tapulu malmış gibi kendilerine özel tutuyorlar. Erdoğan benden bir gün önce ‘Orada saha çok sıkıntılı, keşke böyle olmasaydı. Durum hiç istediğimiz gibi ilerlemiyor, muhalifler Şam’a doğru yürüyor’ diyor. Cumhurbaşkanlığının sitesi ve şu anda sitede var. Şimdi ne çabuk Erdoğan’ın 6’sında söylediği bu söz unutuluyor. Bu sözü ben söylemiş olsam bugünün 30 katı eleştiri alırım: ‘Durum sıkıntılı, muhalifler ilerliyor. Hiç istediğimiz gibi durum gitmiyor, keşke Esad bizi dinleseydi’ desem, bana ne deseniz haklısınız. Ben ne dediğimin çok farkındayım. O gün değil pazartesi günü Şam düşseydi eğer, kimse zaten dönüp ‘Özgür Özel bunu dedi’ demezdi. Oradaki talihsizlik, biz o konuşmayı, Kilis’teyim ben bu arada Suriye sınırındayım, o konuşmayı yaptıktan 16 saat sonra Esad’ın ülkeyi terk ettiğini öğrendik. Ben o konuşmayı yaptıktan herhalde 10 saat sonra filan terk etmiş zaten. Şimdi enteresan durum şu. Ben o konuşmayı yaparken mesela dünya kadar akrabası Hatay’da yaşayan Lazkiye'de Arap Aleviler var. Diplerinden, İdlib’den geçtiler ve Şam’a gittiler. O gidenler kim? HTŞ. Daha 8 yıl önce izlettikleri dünyaya görüntüleri siz buzlamadan… Şimdi Şam’a giderken de Lazkiye’nin yanından geçtiler, hemen dibinde geçerek gittiler. 8 yıl önce ne görüntüler vardı, ekranlarda buzlamadan... HTŞ’nin içinde o unsurlar var.
“ERDOĞAN BUNA TENEZZÜL EDİYORSA ÇOK İŞİ VAR”
Şam’ın bir günde düşeceğini, hakkını teslim edeyim ‘Şurası düşmez dedim düştü, burası düşmez dedim düştü. Bir günde Şam düşse ona da şaşırmam’ diye Ahmet Hakan’ın hakkını teslim edelim. O yazdı. Onun dışında kim diyordu ki bir günde Şam düşecek diye? Şam düşünce neler olabilir? Tamam, bir takım elbise filan giydirmişlerdi ama içinde dünya kadar selefi unsurların olduğu bu HTŞ yapısının devlet binalarından uzak duracağını, yakıp yıkmayacağını, cezaevlerini boşaltıp o cezaevlerine bir başkalarını doldurmayacağını, Lazkiye'ye gidip katliam yapmayacağını kim garanti edebilir? Bunu ancak Esad ile bir uluslararası temas sağlanabilirse Şam düşmeden evvel belki oraya uluslararası anlamda bir takım güvenceler sağlanırdı. Birleşmiş Milletler güvenlik gücü düşünülebilirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri bu noktada üstüne düşeni yapabilirdi. Benim demek istediğim… (Bunlar olmadı ama bu arada onunla ilgili ne düşündüğünüz de merak ediliyor) Bunun olmamasını olumluyorum şu anda, sorduğunuzda cevaplarım. Ama o gün olmayacağını biriniz garanti edebilir miydiniz, birimiz garanti edebilir miydik? İşte cihatçılar gidiyorlar haldır huldur oraya doğru. Erdoğan diyor, ‘O unsurlar gidiyor, hiç istediğimiz gibi gitmiyor.’ Bakmayın, şimdi oradaki görüntüler hepimiz açısından korkulanların olmadığı bir evreye evrilince, herkes buradan kendine bir zafer çıkarınca, Cumhurbaşkanlığının sitesinde ellerinde imkan olsa bu açıklamayı kaldırırlar. Benden bir gün önce adam diyecek ki ‘Maalesef istediğimiz gibi gitmiyor işler. Her an Şam düşebilir, keşke Esad bizimle konuşsaydı’ diyecek, buna kimse bir şey söylemeyecek. Özgür Özel sadece bir gün sonra, hatta ben dedim ki ‘Esad’a çağrımdır. Erdoğan ile temas kurulmalı. Uluslararası camia harekete geçmeli.’ Çünkü bir felaket yaşanır diye korkuyorum. Ben ne yapmışım? Erdoğan sonra ne diyor? Bu kısmı çok nezaketsiz bulduğumu söyleyeyim. Erdoğan ile kendi yaptığım görüşmede de, Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanımızla yaptığımız görüşmede de, Sayın Aliyev ile yaptığım telefon görüşmesinde de, dünyanın bütün liderleriyle yaptığım görüşmelerde de bir yerinde şunu söylerim: Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’nin şu anda ana muhalefet partisi, son seçimin galip partisi, Türkiye’nin birinci partisi ama yurtdışına gittiğinde Türkiye’nin partisi. Türkiye’de ana muhalefetiz. Bu yaklaşımımı herhalde AK Parti’ye oy verenlerin ya da AK Parti’de siyaset yapanların da eleştirecek bir tarafı yok. Doğrusu budur, böyle yapılması lazım. Biz dış politikaya böyle bakarken, gerekli yerde Kuzey Kıbrıs’ı, Azerbaycan için demiyorum boynumun borcu, Türkiye’nin çıkarlarını korumak için üzerimize düşen ne gerekiyorsa Cumhuriyet Halk Partisi dış politika anlamında bunu doğruya doğru, yanlışa yanlış diyorken, ülkenin menfaatlerini koruyorken, böyle bir meselede dönüp de ‘Yok partisinin içindeki karışıklıklar…’ Bu nezaketsizlik. Erdoğan buna tenezzül ediyorsa, hakikaten Erdoğan’ın işi zor demektir. Onun dışında ben o ettiğim lafla ilgili eğri oturup, doğru konuşalım. Şam üç gün düşmese bu lafa kimsenin bir şey diyeceği yok. Erdoğan’ın bir gün önce ettiği lafı açıp da okuduğunda kimsenin savunacak hali yok. Açsınlar desinler ki ‘6’sındaki açıklama savunulabilir bir açıklama.’ ‘Orada saha iyi gitmiyor, muhalifler Şam’a doğru ilerliyor. İşler hiç istediğimiz gibi gitmiyor’ diyor. Şimdi Erdoğan deha, başardı, etti. 13 yıl önce söylediği sözü sanki bugün onu haklı çıkarmış. Geçen 13 yıl boyunca yaşanan her şey onu haksız çıkardı.
“AİLECEK GÖRÜŞÜRLERKEN DE ESAD DİKTATÖRDÜ”
(“Algı öyle değil, Erdoğan 13 yıl sonra istediğini aldı” şeklindeki soruya) 13 yıl boyunca, daha doğrusu 20 yıl boyunca Erdoğan, Suriye’de inanılmaz zikzaklar yaşadı. Bir, Esad ile çok iyi ilişkiler içindeydi, ailecek tatillere kadar. O zaman da Esad diktatördü, o zaman da o cezaevinde işkence vardı. Bir kere bunu tespit edelim. Sonra Esad’ı, ‘Esed’ yapıp; Esad’a ‘Esed’ demeye başlayıp, onu düşmanlaştırdı ve bunu sürdürdü. Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’deki bu büyük sığınmacı sorunu başımıza bela olunca ona ‘Esad ile diyalog kur, bu sorunu çözmeye bakalım’ dedikçe de ‘Ben eli kanlı diktatörle görüşmem’ dedi. Sonra; son bir yıl, hatta bizim Esad ile görüşmek istememizin, benim burada inisiyatif alacak olmamın da kendisini tetikleyen bir süreç olduğuna inanıyoruz. Ama tabii bu teyide muhtaç. Son bir yıl içinde ‘Ben de Esad ile görüşeceğim’ dedi ve Esad’dan görüşme istedi. Bu sefer Esad kabul etmedi. Oysa eli kanlı diktatörle görüşmeyecekti. Bu tutarsızlıkları bir yazalım.
“13 YIL, 13 GÜN DEĞİL. ‘ŞİMDİ HAKLI ÇIKTIM’ YOK ÖYLE YAĞMA”
İki, 13 yıl önce söylediği söz... Bir sihirli değnek vurduk, ‘sadece 13 yıl geçti aradan ve gerçekleşti’ gibi kimse yapmasın. Bu 13 yılda Türkiye 200 milyar dolar kaybetti. Bu Suriye’de yaşananlar yüzünden. 4,5 milyon, resmi rakamlara göre şimdi 2 milyon 953 bin sığınmacımız var. Aylan bebekler denizlerde öldüler, karaya vurdular. Hepimizin halen içi yanıyor. Dünya kadar bebek, dünya kadar kadın öldü. 283 asker şehidimiz var. Sivil şehitlerimiz var; Karkamış’ta var, Kilis’te var. Türkiye, bu kadar büyük felaketleri yaşadı ve yaşattı. Sonunda dediğim oldu. 13 yıl, 13 gün değil. 13 gün bir şeyler olsa, 13 ay bir şeyler olsa dersin ki ‘Haklı çıktım.’ 13 yıl... Türkiye’de pek çok siyasetçiye, pek çok genel başkana, başbakana nasip olmayan bir iktidar süresini aşan bir sürede başaramamışsınız bu işi. Orada kan akmış, para kaybetmişiz, asker kaybetmişiz. ‘Şimdi ben haklı çıktım.’ Yok öyle yağma. Göreceğiz, zaman içinde göreceğiz. Ama şu kadarını söyleyeyim. Şu andaki yaşananlar umarım bir Afganistan gibi kademe kademe Suriye rejimi Afgan rejimine evrilmez. Şu anda yaşananlar, bir miktar veya söylenenler korkulanların daha gerisinde veya hepimizin en çok korktuğu tablodan uzak bir tabloya işaret ediyor. Ümit ederim akli selim hakim olur. Bunu konuşalım.
“ESAD DA DEMOKRATİKLEŞMEDE ERDOĞAN GİBİ 13 YILI ÇARÇUR ETTİ”
(Cumhurbaşkanının ‘Şam rejiminin yasını tutmaktan süratle vazgeçsin’ sözü ve CHP’nin önerisi hakkında) Ben tatile gitmedim ki onunla, yasını tutayım. Ya da ‘Ben onun elini tutmam’ deyip sonra da randevu almak için peşinde koşmadım ki yasını tutayım. Benim için Esad her zaman diktatördü, ben her zaman Suriye'nin demokratikleşmesini savundum. ‘Esad rejimi 12 günde yıkıldı’ diyor. Hayır; 61 yıl artı 12 günde yıkıldı. Ülkenizde demokrasi yoksa, muhaliflere düşman hukuku uyguluyorsanız, cezaevlerinizde işkence varsa, ülkeyi dar bir zümre ile yönetiyorsanız, siz zenginseniz ve halk yoksulsa eninde sonunda bu rejim yıkılır zaten. Esad, babasının yaptıklarının da bedelini ödedi. Ama kendi de ülkeyi demokratikleştirme, iktidarı paylaşma, ülkede yaşayan herkesi yani meseleyi Baas rejiminden bir demokratik rejime evriltme noktasında fırsatı yakaladı. Erdoğan’ın 13 yılı gibi Esad’ın da çarçur ettiği 13 yıl var. Sonunda bu sonu kendi hazırladı. Ben hiçbir zaman ‘Esad’çı’ olmadım. Esad’a da bir ‘Esad’, bir ‘Esed’ demedim. O yüzden bizim politikamız çok tutarlı. Ben Ankara merkezli bakıyorum, Türkiye merkezli bakıyorum. (“Siz de Şam’a gitmek istediğiniz.”) Ben açıkça söyledim. Bakın, biz hiç zikzak yapmadık. Hatta şöyle söyleyeyim. Biz her aşamada ‘Üçlü saç ayağı’ dedik: ‘Komşunun içişlerine karışma, komşunun toprak bütünlüğüne saygılı ol, komşunun devlet dışı unsurlarını muhatap alma.’ Biz bunu hep söyledik. Ayrıca Esad ile bir süreç yönetilmesi gerektiğini söyledik. Ama bunu en çok Suriyeli sığınmacı sorununu çözmek için söyledik. Ben Şam’a gitseydim, Erdoğan da gitse farklı bir şey söylemeyecekti eminim ama Şam’a gidip de Esad ile konuşsaydım; bu ülkede bu iktidarın sürmeyeceğini; sonunun Irak’tan, Libya’dan, Kaddafi’den, Saddam’dan farklı olmayacağını; kendi için, çocukları için, ailesi için doğru olanın da belli bir sürede, bir geçiş hükümetine iktidarı devretmesi ve demokratik olarak Arap Alevilerinin, Kürtlerin, Türkmenlerin, tüm mezheplerin, Dürzilerin, Hristiyanlar da dahil temsil edildikleri bir ulusal meclis ve demokratik bir parlamentonun doğru olacağını söyleyecektim. Zaten bu olsa Suriye’de barış olurdu. Ancak böyle bir barış olursa Suriye’deki sığınmacılar oraya gider. Çünkü demokrasi varsa ekonomi iyiye gider, demokrasi varsa askeri ve siyasi istikrar sağlanacaktır. O zaman da herkes dönecektir. Suriye’ye gidip de Esad’a ‘Gel tavla oynayalım’ demeyecektik ki. Erdoğan da demez. Onun da Suriye’nin tüm kesimlerinin temsil edildiği bir yönetime kavuşmasını telkin edeceğini düşünüyorum yani.
“SURİYE’YE SADECE DEMOKRASİ TELKİN ETTİK”
(Esad ile Erdoğan görüşseydi Şam düşmez miydi? sorusuna) Onu demiyorum, bu işin sonuna geldiği görülüyordu. Biraz önce gayet güzel özetledi Mehmet Akif Bey, bu işin nereye gittiği görülüyordu. Bir günde düşmeyecekti. Belki 10 günde, 20 günde, 50 günde ama düşecekti. Esad’ın görüşmemesi şöyle hata; görüşse, doğru bir çıkış planı bulunsa, belki o zaman bilmiyorum… Hani konuşulanlar, Lazkiye'de onlara da bir otonom bölge sağlanıp, Esad’ın da güvenliğinin sağlandığı bir bölge teklif edilerek iktidarı devretmesi, kendisinin -belki bugün olduğu gibi ama- daha onurlu bir çıkışla ülkeyi terk edip Suriye’de bir geçiş hükümetine, demokrasiye doğru adım atmasını göze alsaydı bu hale gelmezdi, ülkesinden böyle kaçmazdı. Biz Suriye’ye sadece demokrasi telkin ettik. Ben Suriye’de Baas rejimi sürsün filan ister miyim? Ben niye isteyeyim yani?
“BU NAMAZ O NAMAZ DEĞİL, KAZASI DA DEVLET MEMURUNA DÜŞMEZ”
(MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Emevi Camii’nde olması hakkındaki soruya) Ne hissedeceğim. Allah kabul etsin, namaz kılmış. İbrahim Kalın bir devlet memuru, İbrahim Kalın AK Parti’nin temsilcisi değil. Her ne kadar fiilen bunu sekteye uğratacak işler yapsalar da, hatta önce AK Parti’ye gidip bir sunum yaptı, ben kendisine bir mektup yazdım. Dedim ki, ‘Ne oluyor? Siz bir partinin mi istihbarat örgütüsünüz? Bize de gelmelisiniz ya da oraya gitmenizin sebebini kamuoyuna açıklamalısınız.’ ‘AK Parti’de bir FETÖ zafiyeti var. Dikkatlerini çekmeye gittik’ diyorsanız bunu bilelim. Bize gelmenize o zaman ihtiyaç yok. Ama verilecek bilgi AK Parti açısından kıymetli, ülkenin ana muhalefeti ve son seçimin birinci partisi açısından kıymetsiz bir bilgi ne olabilir? ‘Onlara verdiğinizi bizden esirgiyorsunuz’ diye yazı yazdım. Allah’ı var son derece nazik bir üslupla, hep öyledir zaten İbrahim Bey, geldi 29 Ekim törenlerinde ‘Sayın Başkan mektubunuzu aldım, hak veriyoruz. Ben sizi de ziyaret edeceğim. Nasıl ilerleyelim?’ dedi. Özel kalemleri ilişkilendirdik; önce haftasına, sonra gününe, saatine karar verdik. Bu ayrı bir şey. Ben İbrahim Kalın’a orada da dedim. ‘Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Türkiye’nin menfaatleri neyi gerektiriyorsa orada dururuz.’ İktidar ile taban tabana zıt olduğumuz bir sürü nokta var ama Türkiye’nin menfaatlerinde birlikte olmamız gereken noktalarda birlikte oluruz. Eleştireceğimiz zaman en sert eleştiririz ama kurumları devletin kurumu sayarız. Bu kurumun başkanı Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor olabilir, o Cumhurbaşkanı da bir partinin genel başkanıdır ve bu çok arızi bir durumdur, kötü bir şeydir. Ama o kurumun, adında ‘milli’ olan bu kurumun Milli İstihbarat Teşkilatı olarak bakıyorum. Benim de AK Parti’nin de MHP’nin de İYİ Parti’nin de eşit mesafede olmamız ve bize eşit mesafede olması gereken bir kurum olarak görürüm ben MİT’i. O yüzden de bugünkü gidişini bir siyasi şov filan, falan diye değerlendirmek istemem. Ama Emevi Camii’nde namaz mefhumu meselesi, 2012 yılında Erdoğan’ın ağzından çıkmıştı. ‘Çok yakında Emevi Camii’ne gideceğiz. Namaz kılacağız’ diye söylediğinden beri 12 yıl geçti. Bu namaz, o namaz değil. Erdoğan gidip kılarsa da o namaz değil. O iki namaz arasında 283 şehit, ölen bebekler, 200 milyar dolar kayıp, dünya kadar Türkiye’ye sığınmış ve sonu ne olacağı belli olmayan sığınmacı var. O namaz, o gün olsaydı o namazdı. Erdoğan’ın Emevi Camii’ndeki namazının kazasını yapmak da MİT Başkanına düşmez. MİT Başkanı devlet memurudur.
“ŞU AN HTŞ İLE İRTİBAT KURMAYIZ”
(CHP’nin yeni yönetimle irtibat kurmayı düşünüp düşünmediği hakkında) Hayır, şu an için öyle bir şey düşünmem. Ama Suriye’de demokrasiye doğru bir adım atılır, gerçek bir geçiş dönemi hükümeti kurulursa, o hükümet tüm kesimleri temsil ediyorsa biz de o hükümetle Cumhuriyet Halk Partisi olarak ilişki kurarız. Ama bugünkü hükümet HTŞ denen, İdlib'de güvenliği TSK tarafından alınan, içinde dünya kadar cihatçı unsurların olduğu, daha 7-8 yıl öncesine kadar insanlık dışı muameleleri olan, Birleşmiş Milletler raporlarında işkence yaptığı, işkence ile insan öldürdüğü, insan kaybettiği söylenen bir terör örgütü olarak; BM kararına göre terör örgütü olan, Türkiye’nin de terör örgütleri listesinde olan bir yapı HTŞ. Bu yapıya devrimci, direnişçi deniyor. Hatta şimdi bayrak var. O bayrağı da herkes benimsemeye başladı, onu konuşalım. Ama o yapının başındaki kişinin işte El Nusra, işte çeşitli örgütleri kurduğu, cihatçı olduğu, IŞİD’çi olduğu, bu gerçeklerin hiçbiri değişmedi. Kravat takmakla bu işler bitmez. Ama Irak’tan ve Libya’dan uluslararası toplumun ya da bu meseleyi tasarlayanların aldıkları dersler gereği herhalde, bunlara devlet dairelerine saldırmamaları, yağmaya girişmemeleri, kadınlara karşı olumsuz tutumlar içinde olmamaları -ki orada çelişkili durumlar da yaşandı. Medyadan arkadaşlarınız bolca tartıştılar onu, ben o konuya girmeyeyim.- Ama şu andaki tutumları, HTŞ’yi kendi haline bıraksan yapacağı işler değil. Amerika ile İsrail yaptırıyor. Şüphe yok. Ama şunu söyleyeyim, bu HTŞ’den demokratik bir yapı çıkmaz. Ama anlaşılan o ki HTŞ, HTŞ adıyla ve bir terör örgütü olarak tarihteki yerini alacak. Bu yeni devrim bayrağı ile olan yapıya başka bir isim verilecek. Bir yandan da PYD de aynı bayrağı kullanmaya karar vermiş. Şimdi sormak lazım, hani eskiden bolca soruyorlardı ya ‘Sence PYD terör örgütü mü değil mi? Hadi çabuk söyle’ diye. Erdoğan’a sormak lazım şimdi. ‘PYD terör örgütü mü değil mi’ diye. Çünkü yeni bayrağı kullanmaya karar verdi ve kendi bayrağını kullanmıyor. Bundan sonra Fırat’ın doğusundaki ve devrim bayrağını kullanan yapıyı terör örgütü olarak mı görecek, görmeyecek mi? Onu Erdoğan’ın hızlı yanıtlaması gerekir. Ama bu sefer HTŞ’nin benimsediği bayrağı kullanıyor. Bence Erdoğan’ın bu soruya bir hızlı yanıt vermesi lazım.
“BİRLİKTE GELMEK İSTEDİĞİMİZİ SÖYLEMİŞTİM”
(Murat Yetkin’in Orta Doğu üzerine yazdığı kitabı hakkında) Aslında orada bir Orta Doğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı diye parlak ve iyi bir fikri vardı partinin. Onu, o atlanmış olabilir. Ama şöyle bir gerçek var dış politika başka bir şey, bununla paralel dış ilişkiler diye bir şey var. Cumhuriyet Halk Partisi'nin ben 5 Kasım kurultayında,4-5 Kasım kurultayında aday olduğumda en temel vaatlerimden bir tanesi şuydu: Bir güçlü dış politika ekibi, iki güçlü dış ilişkiler. Ben ilk ziyaretimi Kıbrıs’a yaptım, ikincisini Azerbaycan’a yapmak istedim, partinin Azerbaycan’la eski yaşamış olduğu krizlerden dolayı mümkün olmadı ama son Zafer Bayramı’nda Sayın Aliyev, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bugünkü tutumunun çok dostça olduğunu, Atatürk’ün partisi olduğunu ve beni Bakü’de ağırlamak istediğini de söyledi, hatta Hikmet Çetin’le birlikte gelmek istediğimizi söylemiştim.
“O İFADELER HIZLA TELAFİ EDİLMEDİ”
(Neye kızılmıştı?) Şuna kızılmıştı. Önceki dönemlerde dış politikadan sorumlu bir genel başkan yardımcımızın sürçülisan ederek, ya oradaki i zafer bayramı kutluyorlar 10 Kasım’ aslında ama bizim matemimize denk geldiği için 8 Kasım’a çektiler zafer bayramlarını- O süreçte verilen Ermenistan‘a karşı Karabağ bölgesinin şeyini almak için verilen büyük mücadelede o Zafer Bayramı’na konu olacak mücadele sırasında ‘Orada bir takım maalesef cihatçı unsurlar da savaşıyor’ gibi bir ifadesi vardı. O çok üzdü Azerbaycan’ı. Hızlı da telafi edilmedi o ifadeler. Oradan gergindiler. Bir iki tane de başka şey vardı işte seçim vaatlerinde bir ticaret yolunun Azerbaycan yerine İran’dan geçiyor gibi olmasına da alındılar. Biliyorsunuz bunları. Onun üzerine biz Cumhuriyet Halk Partisi'nin, bu tabii ki bir önceki dönemin yönetimine, sayın genel başkanına eleştiri olarak anlaşılmasın. Bazen böyle iletişim kazaları oluyor. Yoksa biz de Azerbaycan’a Cumhuriyet Halk Partisi’nin her genel başkanı tek millet, iki devlet gözüyle bakarız. Orada hiçbir endişe yok. Üzüldüler, gerildiler ve böyle olunca da biz ilk günden beri Azerbaycan‘la ilişkilerimizin olması gerektiği gibi noktaya gelmesi için gayret sarf ettik. Şimdi de iyi bir noktaya geldik. Ben şu ana kadar 11 tane dış gezi yaptım. 12 ayda. Şimdi 12’ncisine de Fas’a gidiyorum Sosyalist Enternasyonel toplantısına. 13’üncüsüne Türkan bebek anmasına Bulgaristan‘a gideceğim. Mümkün olduğu kadar hem Balkanlar’da hem Avrupa’da hem bundan sonra Orta Doğu‘da, Türki Cumhuriyetlerde, Rusya’yla, Çin’le de ilişkisini sürdüren ama Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi olan etkin bir dış politika istiyoruz. Ve bunun için de dış ilişkilere çok önem veriyoruz. Murat Yetkin bu 15 yılı yazdığında, bence ilk bir yılı için bayağı bir şeyler biriktirmiştir herhalde. Mesela benim Sosyalist Enternasyonel‘de Başkan Yardımcısı seçilmem, Pedro Sanchez’in yardımcısıyım. Ve örneğin Sosyalist Enternasyonel‘de Filistin’i tanıma çağrısı yapmam, Pedro Sanchez‘le birlikte bütün siyasi akrabalarımıza bu çağrıyı yapmamız. Dünyadaki 110 ülkedeki 24’ü, ülkelerinde iktidar olan partilere Filistinle ilgili mektuplar yazmış olmam. Kıbrıs davasını anlatıyor olmamız. Azerbaycan meselesini, Avrupa Konseyi’nde Azerbaycan‘la ilgili konseyden kopma meselesinde bir arabuluculuk rolü üstlenmeye çalışmamız. Akel Partisi Türk ordusuna Kıbrıs’ta ‘işgalci’ dediğinde buna en net tavrı koyuyor olmamız, herhalde Murat Yetkin bunları not ediyordur.
“SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ SAVUNUYORUZ”
(Türkiye’nin Suriye'ye ile ilgili tavır ve politikasını iyi ve doğru buluyor musunuz?) Bütçe konuşmam sırasında Cumhurbaşkanı Yardımcısı oradaydı. Bir kere şunu söyledim. Şu anda 100’üncü saatteyiz daha. 10 gün, 100 gün geçmiş gibi konuşuyoruz. Daha 100’üncü saatteyiz. Ne olacak, ne bitecek göreceğiz. Ama Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Bey’in attığı tweet vardı o gün itibarıyla, orada yaptığı vurgular da şunlardı. Bunu bizim Genel Başkan Yardımcımız İlhan Bey grubumuza yaptığı bir sunumda da kıymetlendirdi. Biz doğruya doğru demek durumundayız. Her yapılanın karşısında olursanız, dün yanlış yapan bugün doğru yaptığında siz yanlış yapmaya başlarsınız. Yani böyle hep karşıda olacağız diye bir şey yok. Şimdi biz Suriye’de ne savunuyoruz? Suriye’nin toprak bütünlüğünü. Suriye’de ne savunuyoruz? Hızla demokrasiye doğru adımlar atılmasını. Ne savunuyoruz? Suriye’deki bütün yapıların temsil edilmesini. Burada Araplar, Kürtler, Türkmenler en başta ve Dürziler ve diğer ufak yapılar. Herkesin temsil edilmesi. Şimdi Cumhurbaşkanı Yardımcısının tweetinde de bu üç noktaya vurgu vardı. Ben dedim ki ‘Biz doğruya doğru deriz, bu yaklaşımı kıymetlendiriyorum ve takipçisi olacağım’ dedim. Bugüne kadar Türkiye, toprak bütünlüğü dediği için, bakın ilk bazı iktidara müzahir kalemler, bazı iktidara müzahir Twitter hesapları, ‘Efendim fetih, toprak kazandık, orayı aldık.’ ‘Bir karış toprağımızı vermeyiz, kimsenin bir karış toprağında gözümüz yok’ demiştim ben 6’sında. Erdoğan da geçen gün ‘Kimsenin toprağında gözümüz yok’ dedi. ‘Suriye’yi Suriyeliler yönetsin’ sözü kıymetli bir söz. Bu hatta gidersek ve gerçekten Suriye’de Alevisi ile Sünnisi ile Kürdü ile Türküyle, Türkmeni ile bütün yapıların geleceğini hep birlikte, birlikte yaşayabilecekleri bir formüle katkı sağlarsak, bu durumda da Suriye yaşanabilir bir yer olursa -ki bizim bir paket önerimiz de var- Türkiye’deki Suriyelilerin de memleketlerine dönmesini barışçıldan sağlarız. Bu noktada doğru adımları atarsa hükümet, biz destekleriz. Ben şunu desteklemem. Eğer Erdoğan mesela ‘Suriye’deki yapıda Kürtlerin temsilcisi olmasın’ derse yanlış yapar. O zaman ona itiraz ederim. Ya da ‘Bugüne kadar Arap Alevileri yönetti biraz onlar oturacak’ derse yanlış yapar. Çünkü şu eşitleme çok tehlikeli bir eşitleme, Esat eşittir Arap Alevileri. Hayır, onlar bizim Hatay’daki canlarımızın akrabaları. Onların o zulümden bir sorumlulukları yok. Lazkiye’de yaşayan Arap Alevileri dünyanın en iyi insanları ve 13 yıldır iç savaştan onlar da mağdur. Özellikle şunu söylemek isterim, bu kadar yoksulluktan bu kadar savaştan, bu kadar diken üstünde yaşamaktan onlar da demokrasiyi hak ediyor.
“BİZ YAŞANACAK BÖYLE BİR SÜREÇLE İLGİLİ KALIN’DAN BİR ŞEY DUYMADIK”
(MİT Başkanı Kalın’dan Suriye’deki gelişmeler hakkında bilgi almayı düşünüyor musunuz?) Bunu yetkili kurullarda değerlendiririz. İhtiyaç duyarsak geri durmayız. Sayın Kalın’ın bize yaptığı ziyarette PKK, IŞİD ve FETÖ konusunda üç ana bilgilendirme vardı. Ama bugün Suriye’de yaşananlarla ilgili, o günkü Suriye dengelerini anlattı. Orada bir kusur atfetmem kendisine. Ama bugün olanlarla ilgili bize, hani böyle çünkü bu yazıldı çizildi bir iki yerde, ‘CHP’de sunmuşlar bunu’ diye. Biz yaşanacak böyle bir süreçle ilgili İbrahim Kalın’dan bir şey duymadık. Onu açıklıkla söyleyebilirim.
“BUNU SAMİMİ GÖRMEYİZ”
(Şam’dan döndüğünde tekrar bir görüşme düşünceniz var mı?) Aslında Milli İstihbarat Teşkilatı’na döndüğünde ya bütün parlamentoyu ya da parlamentoda bulunan siyasi partileri, başta da Ana Muhalefet Partisi’ni bilgilendirmek düşer, bu konuda bir sunum düşer, doğrusu budur. Ben yapacaklarını düşünüyorum. Yapmazlarsa bu konuda biz bir samimiyet sorgulamasına girmeksizin, çünkü bugünlerde mesela biz o geçtiğimiz haftalarda bunu eksik bıraktıklarını düşünüyoruz. Ve bugün bizim çağrımızla gelip bir sunum yapsalar bunu samimi görmeyiz. Ama bu süreçle ilgili bir bilgilendirme yapmak isterlerse, bu Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kuruluş gayesine de, geleneğine de uygun bir iş olur. AK Parti döneminde terk edildi MİT’in tüm partilere bilgi vermesi, Dışişleri Bakanı’nın bilgi vermesi, bir parti yurt dışına gidecekse dış işlerinden brifing alması, dönüşte dış işlerine bilgi vermesi. Biz bunları yapmayı söylüyoruz, istiyoruz, anlatıyoruz ve yapıyoruz Cumhuriyet Halk Partisi olarak.
“SAHADAN GELEN HER BİLGİYİ DEĞERLENDİRİYORUZ”
(Sığınmacı konusunda partinin değişik kademelerinin farklı açıklamalar yapması hakkında) Şöyle Cumhuriyet Halk Partisi olarak son bir ayda üç tanesi dış politika danışma kurulu, üç tanesi milli güvenlik danışma kurulu, bir tane de ortak karma toplantı, yedi kez Suriye’de yaşananlar, güvenlik bu konularda çalışmalar yaptık, toplantı yaptık. Dış Politika Danışma Kurulunda iki önceki genel başkan, iki tane Dışişleri Bakanı, altı tane diplomat, dört tane de her birisi bir ülke konusunda uzman Orta Doğu uzmanı akademisyenimiz var. Milli güvenlik danışma kurulunda da altı tane amiral general, çok sayıda emekli albay ama her birisi bir konuda uzman. Güvenlik uzmanlarından oluşan, her iki kurulun başında da birer genel başkan yardımcımız var. Biz tabii sahada istihbarat alabilen bir yapı değiliz. O devletin elinde. Ama sahadan gelen her bilgiyi değerlendiriyoruz, izliyoruz, kurmamız gereken temasları kuruyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye’deki statüsü ne olursa olsun Suriyeli sığınmacıların mümkün olan en kısa sürede memleketlerine dönmesi ile ilgili bir iradesi var. Ama şu gerçeği de görmek lazım. Suriye şu anda dönülebilecek durumda olsa, o zaman ‘hadi’ diyelim. Suriye'nin dönülebilecek duruma gelmesi için orada bir askeri istikrarın önce sağlanması lazım. Ardından da bir siyasi istikrarın sağlanması ve insanların ilk önce ailelerden, belki birer erkek gidecek, bakacak, ‘Evim duruyor mu’ diye. Küçücük çocuğu alıp nasıl gitsin insanlar? Bunlara bakması lazım ve ona göre gitmesi lazım. Yoksa öbür türlüsü boş laf. ‘Hadi çabuk gidin.’ Gitmez kimse, gitmiyor da zaten. İlk günlerde öyle Çin’den otoban görüntüleri, ne bileyim kapıdan. Günde işte bir gün 534 kişi girmiş, bir gün bin 100. Gidenlere ilk önce şöyle bir yanlış yaptılar. ‘Gidersen dönemezsin’ dedi. Kimse gitmedi. Neden? Çoluğu çocuğu var nasıl dönmeyecek? Bir kere bunun yapılması lazım. Böyle fahiş bir hata yapmışlar, çıkmak isteyene. İlk günlerde. Şimdi terk edildi diye duydum. Türkiye’deki vergi borcunu, varsa trafik cezası, bilmem neyi ödemeden salmıyorlar. Ya adam gidecekse, bırak gitsin. Vergi borcu mu kısmış Suriyelinin? Bunları tahsil etmeye kalkmışlar falan. Bir an önce gitmeleri lazım, ama bir an önce gidilecek bir ortamın oluşması lazım, bir. Türkiye için benim hükümete önerim ve biz de çalışıyoruz, bunu somutlaştırarak da söyleyeceğiz. Suriyeli sığınmacılar için bir eve dönüş paketi önermeliyiz onlara. Ve şu çalışılmalı, odak gruplarla. Gidecek misin, gitmeyecek misin? Gideni ne motive ediyor? Kalanı ne motive ediyor? Benim siyasi okumalarım, arkadaşlarımızın bana raporları şunu gösteriyor: Çocuğu Türkiye’de doğmuş olanlar ve küçük çocuğu olanlar eğitim, belli bir yaşta olanlar sağlık kaygılarıyla gitmek istemiyorlar. Burada çok iyi sağlık hizmeti var, ücretsiz. İkincisi çocuğun orada eğitimi ne olacak? O yüzden bir eve dönüş paketi önermeliyiz. Bizim Suriye için bir paket önerimiz olacak. Ve bunun yapılmasını önereceğiz. En başta birincisi, Türkiye’de doğmuş çocuklar için ileride üniversite okumak istediklerinde yabancı öğrenciler arasında öncelik, belli kontenjanlar verilebilir.
“TATİL VİZESİ VERİLEBİLİR”
Türkiye’ye tatil için gelmek istediklerinde tatil vizesi verilebilir. Bir özel kimlikle Türkiye’de doğmuş çocuklar için ileride Türkiye’ye geldiklerinde bu topraklarda doğmuş kişiler olarak belli indirimlerden, ayrıcalıklardan yararlanabilirler. ‘Ben gitmeyeyim’ diyen, ‘Türkiye’de okusun’ diyene ‘Gidin gerekirse gelir yine okur’ diyebilmeliyiz. Türkiye’de sağlık sistemi iyi. Suriye’de sağlığında çözülmeyen bir sorun olursa Türkiye’ye sevk edilirse biz size yine bakarız, yeter ki Suriye’den gelsin. Suriye’de tedavisi mümkün olmayan hastalıkların, kronik hastalıkların veya acil durumların tedavisi için Türkiye bir şeyler önerebilir. Belki sınıra yakın, her yere büyük büyük hastaneler yapmakla övünüyoruz ya. En büyüğünü Suriye sınırına yapalım. Kilis’e yapalım. Bir de diğer taraftan şunu yapmak lazım. Bizim mesela ne var? Türkiye’de asgari ücret; alan için çok düşük, veren için çok yüksek. Hele hele ihracat yapıyorsa, hele hele tekstilci ise. O yüzden fabrikalar Mısır’a taşınıyor. Mısır’a taşınmak yerine Suriye’ye taşınacak fabrikalar. ‘Efendim Suriyeli işçi ucuz, Suriyeli işçi çalıştırsın’ diyor bazı AK Parti‘ye yakın kimseler. ‘Gitmesinler, ucuz iş gücü.’ Bu fabrikalar Suriye’de Suriyeli işçi çalıştırsın. Yakın yerlere taşıyalım. Tekstilimizi hem ucuz iş gücü açısından hem birçok imkan. Orayı sekizinci teşvik bölgesi ilan edelim. Yani sekizinci kademe, yedi var biliyorsunuz. Sekizinci teşvik bölgesi ilan edelim, en iyi noktaya getirelim. Ama yeter ki gitsinler, memleketlerinde yaşasınlar, kazansınlar ve barınsınlar. Böyle bir paketi Türkiye Cumhuriyeti devletinin düşünmesi lazım. Almanlar ‘Kişi başı bin Euro verebiliriz’ dedikten sonra ben gerçekten Sosyalist Enternasyonel‘de, Avrupa Birliği düzeyinde tüm çabalarımla destek veririm. Avrupa’da çok büyük bir fon oluşturulması mümkün bu iş için. Yeter ki Suriyeliler dönsün. Şu anda Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar Avrupa Birliği’nin sınırındalar. Araya bir Türkiye’nin girmesini çok istiyor Avrupa Birliği. Suriye’ye döndüklerinde artık kendileri açısından, bugün işte vardı, Milli Savunma Bakanlığı açıklamış. Şu kadar kişi sınırı geçerken yakalandı diye. Suriye sınırında yakalanmadılar herhalde, hepsi Bulgaristan, Yunanistan sınırında yakalanıyorlar, Avrupa’ya geçmeye çalışıyorlar. O yüzden bu Suriye’ye dönüş paketi meselesi bence çok kritik.
“İSRAİL’E ‘DUR’ DENİLMESİ LAZIM”
(İsrail’i bölgesel bir tehdit olarak görüyor musun? Suriye’deki saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?) Bir, İsrail bir kere 1974 Anlaşmasına göre insansız olması gereken yere, şimdi anlaşmanın aslında taraf devleti ortadan kalkmadı. Esat bile istifa ederek gitti. İstifa etti adam. Başbakan değişti, ama Suriye devleti duruyor. 1974 Anlaşması gereği. Ama o nokta, insansız olacak. İstila etti bir kere. Bayrak dikti. Bu son derece yanlış. Şam’a doğru ilerledi. Bu son derece yanlış. Önce HTŞ hava kuvvetleri gibi çalıştı rejime karşı, Şam düşene kadar. Sonra HTŞ’nin eline geçmesin diye bütün alt yapıyı vurdu. Buradan HTŞ’ye nasıl baktığı görülüyor. Ve Suriye’nin toprak bütünlüğü açısından önemli bir tehdidin İsrail olduğu ortada. Bu noktada İsrail’e uluslararası toplum da ve uluslararası hukuk da arkamıza alınarak ve Birleşmiş Milletler kararları da gösterilerek ‘dur’ denmesi lazım, çok net olunması lazım. Bir. İsrail’in ve Amerika’nın planı işledi Suriye’de. Türkiye ortaya çıkan durumu kendisi açısından iç siyasete elverişli bir başarı gibi gösterse de başkasının oyunu işledi. Bu meselede Türkiye’nin bugün Suriye’nin bundan sonrası için inisiyatif alması ve orada bir aktör olarak bulunması zaruridir. Ve Suriye’nin İsrail’in Amerika’nın hesaplarına göre değil, bu işten en çok etkilenen ülke olarak Türkiye’nin hakları, menfaatleri, oradaki askerinin güvenliği ve Türkiye’nin sınır güvenliği de düşünülerek en doğru, en demokratik ve en stabil yapının oluşturulmasına katkı sağlamak lazım. Bu İsrail şımarıklığına da bir yerde ‘dur’ demek gerekiyor ama bunu uluslararası toplumu, uluslararası kurumlara arkamıza alarak yapmak gerekiyor. Fevkalade de İsrail’e karşı güçlü bir pozisyondayız o açıdan baktığımızda ama Amerika tarafından şımartılan bir İsrail var.
“MHP’NİN ÇEKMEYE ÇALIŞTIĞI ALANDAN TARTIŞMAK DOĞRU DEĞİL”
(Devlet Bahçeli’nin Öcalan çağrısı ile Suriye’de yaşananların ilişkilendirilmesi hakkında) Kendilerine sormak lazım, onlar ne zaman anlamış diye. Ben bu meseleyi, bu vasattan tartışmayı doğru bulmuyorum. Soru için değil, MHP’nin çekmeye çalıştığı alan için. Türkiye’nin onlar ne kadar inkar etse de bir Kürt sorunu var. Olmasa, çözmeye uğraşmazsınız; bir sorun olmasa neyi çözmeye çalışıyorsunuz? Türkiye’de biz terörün bitmesini, terör örgütünün silahları öyle gömmesini değil -gömmek başka bir taahhüttür, geri alabileceği şeyi gömerler- onun için silah bırakmasını… Bu çok dikkatli kullanılmış bir terminoloji. ‘Silahların gömülmesi’ dediler. Uluslararası çatışmalı süreçlerde ‘Anlaşamazsak, geri alınsın’ şartıyla silah gömülür. Silahların bırakılması lazım ve Türkiye’ye bir barış gelmesi lazım. Türkiye’de terör örgütünün bırakması ve Türkiye’nin Suriye’de de Türkiye’de de Atatürk’ün dediği gibi ‘Yurtta barış, dünyada barış’ı savunması lazım. Bunun için atılacak tüm adımlar kıymetli.
“DÜNYA NASIL ÇÖZDÜYSE ÖYLE ÇÖZMEK GEREKLİ”
(Spesifik hangi adımların atılması gerektiği) En kritik adım, Meclis odaklı bir süreç yürütmek. Yani hiçbir partiyi ve hiçbir aktörü dışlamamak. (“Anadilde eğitimi siz destekliyor musunuz? Böyle bir adımdan söz ediyorum”) Sadece anadilde eğitim konuşmak, sadece onu konuşmak, bunu konuşmak bu sorunu çözümsüzlüğe götürdüğü için dünya bu süreçleri nasıl çözdüyse, öyle çözmek lazım. Buna ‘müzakere süreci’ diyorlar. Bir müzakere öncesi dönemi var, müzakere öncesi dönemde yapılması gerekenler var. Müzakere öncesi dönem ile müzakereye geçerken güven artırıcı adımların atılması lazım. Sonra müzakere döneminin katılımcı, şeffaf ve toplumsal mutabakata dayalı yürümesi lazım. Buradaki şartlar; hiçbir aktörün dışlanmaması, siyasetin tam temsili ve sahiplenmesi. Sonra da alınan kararların bir takvim dahilinde uygulanması lazım.
“GEÇMİŞTE PARLAMENTO DIŞLANDI, AKP KENDİNİ ODAĞA KOYDU”
(2013’teki müzakereler) Tam da bunu anlatmaya çalışıyorum. Eğer bu süreçte bir hata yaparsanız, çatışma süreci çok daha hızlı şekilde geriye döner. Oradaki hata neydi? Cumhuriyet Halk Partisi, hakkını teslim edelim, o gün de doğruyu söyledi. Cumhuriyet Halk Partisi, o süreçte şunu söyledi: ‘Biz bu sürece Meclis’te olması ve toplumsal mutabakat aranması, birbirinize veremeyeceğiniz sözler tutulmaması, siyasi çıkarlara alet edilmemesi, samimiyetle yürütülmesi şartıyla kredi açarız.’. Bu söz söylendiğinde sabah saat 10.40’tı, akşam 16.30’da ‘Al kredini başına çal’ dedi Erdoğan. O süreçten parlamento dışlandı. Bir parti ile adadaki bir terör örgütü kurucusu lideri arasında müzakereler yürütüldü. Adalet ve Kalkınma Partisi, kendini odağa koydu. Başarılı olursa buradan siyasi… Bir terör sorununun çözülmesinden, bir çatışmalı sürecin bitmesinden bir siyasi parti çıkar umuyorsa, o süreç başarılı olmaz zaten. Ülkenin çıkarının umuluyor olması lazım.
“NEDEN EŞİT VATANDAŞ HİSSETMİYOR? MÜZAKERE EDİLMELİ”
(Kürt Sorunu’nun temeli ve Kürtlerin sorunu hakkında) Böyle bir şey olsa, bir cevapla çözülecek olsa bugüne kadar çözülürdü zaten. Bu sorunun müzakere edilmesi lazım. Kürt kendini niye mutsuz hissediyor, niye eşit vatandaş hissetmiyor, niye ayrımcılığa uğruyor ve öyle hissediyor diye. Şöyle söylenebilir. Örneğin memleketim Manisa’da belediye başkanı seçebiliyorsun. Sizin memleketiniz Manisa Salihli’de de belediye başkanı seçebiliyoruz. Ama geçen dönemi düşünün. Diyarbakır’da belediye başkanı seçemiyorsun. Seçtiğinizin yerine kayyum atıyorlar. Diyarbakır Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı, doktor. Bir sene milletvekilliği yaptı, yaparken temiz kağıdını devlet verdi. Belediye başkanı olurken temiz kağıdını devlet verdi. Göreve geldi, seçildiği gece soruşturma açıldı. Gizli tanık ile mahkum edildi. Gizli tanığın yalancı tanık olduğu Yargıtay’da ispatlandı. İkinci bir gizli tanık bulunup tekrar mahkum edildi. İstanbul Esenyurt’ta Ahmet Özer, 10 yıl önceki telefon görüşmesinden sorumlu tutuluyor. AK Parti’nin belediye başkanları, 10 yıl önceki telefon görüşmeleri olsa FETÖ’den içeri girerler. Neden? FETÖ’cüler diplerindeydi. Ben ‘Şuankiler FETÖ’cü’ demiyorum. Şu anki AK Partili belediye başkanlarının en az bir FETÖ’cü ile bir telefon görüşmesi yapmama ihtimali yok 10 yıl önce. Hepsini görevden alabilirsiniz. Hatta yarın seçim olsa, biz iktidarı alsak, bu kanunlar böyle dursa, biz ‘Bu yetkiler ele geçti’ desek, bir tane AK Partili belediye başkanı bırakmayız, hepsinin geçmişte Fetullah Gülen cemaati ile irtibatı var. O yüzden bu işleri sakin ve makul bir yerden tartışmak lazım.
“UYGULAMADA EŞİTSİZLİKLER VAR, ONLARI DÜZELTMELİ”
Bu işlerin net olarak şöyle konuşulması lazım: Toplumda önemli bir kısmı, Türkiye’de Kürtler, ‘Biz eşit hissetmiyoruz’ diyorlarsa o sorunu çözmek hepimizin boynunun borcu. Ama onu hep birlikte oturup müzakere edeceğiz. Benim toplumsal mutabakatta bir şartım var. Bütün partilerin olması, davet edilmesi lazım. Bir de ilk gün ve son gün ‘Şehit aileleri ve gazilerin gözünün içine bakarım’ dedim. Bunu, Bahçeli konuştuktan 45 dakika sonra söyledim. Hatta ’El yükseltiyorum’ deyince veya ‘Kürtlere devlet vaat edelim’ dedim; ‘Kendilerini bu devlete ait hissetsinler.’ Onun bir parti kesmiş, ‘Özgür Özel, Kürtlere toprak vaat etti’ diye aleyhimizde kullandı falan filan ama o gün işine yarar, bugün yaramaz doğrusu çıktığında. Bir gün kandırırsın insanları. Ben Kürtlerin kendisini bu ülkeye tam ait, tam eşit hissetikleri, anayasal eşit yurttaşlık temelinde Türk’ün, Kürt’ün, Laz’ın, Çerkes’in üst kimliğimiz zaten Türkiye Cumhuriyeti devleti bizim. Kimsenin bayrağa, kimsenin ülkenin adına ya da Anayasadaki vatandaşlık tanımına bir itirazı yok. Ama uygulamada eşitsizlikler var, bunları düzeltmek lazım. Kanunlarda düzeltmeler yapmak lazım ve hep beraber bir toplumsal mutabakat yaratmak lazım. Bu olmadan en aykırı, en çarpıcı, hani söylenmeden önce kimsenin söylemediği bir şeyi; ‘Abdullah Öcalan gelsin, bu kürsüde konuşsun, terör bitsin.’ Öyle bitiyor olsa öyle bitirirler terörü. Bitmiyor işte öyle oldu mu? Toplumsal mutabakat, destek olmadan.
“HENDEK OLAYLARI OLMAYACAK ŞEKİLDE YAPILMALI”
O yüzden Devlet Beyin de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de MHP’nin de aklı selimle, hiç kimseyi dışlamadan, bir toplumsal mutabakat arayarak, doğru yapılış yöntemini takip etmesi lazım. Ben şöyle örneklendiriyorum bazen. Birkaç bin yıldır cerrahi yapılıyor değil mi? Apandisit ameliyatı şimdi en risksiz şekilde yapılıyor. Hastaya önce bir moral iğnesi, oksijen desteği, hafif sedasyon, uyuşturma, üç tane delik açıyorlar, oradan safra kesesini ya da apandisti alıyorlar. Hiç kimse ölmüyor artık, ilk başlarda ölüyordu. Üç hastadan ikisi ölüyordu. Devlet Bey apandisit ameliyatı yapacak, Vikingler gibi yapmak istiyor: Bıçağı çıkarıp saplayalım, ben elimi sokayım, apandisti çıkarayım. Patlamazsa yaşar hasta, ya patlarsa? Artık bütün dünya çatışmalı süreçlerden risksiz, kazasız, sonra hendek olayları olmayacak şekilde… Çünkü hendek olayının bir tane sorumlusu yok. ‘Ben valilere söyledim, önünüzden geçseler de ellemeyin’ diyenlerle, o süreçte, samimi bir süreç olmadığı için başka bir hazırlık yapanlar birbirini suçluyorlar. Ama esas mesele bir toplumsal mutabakat olsaydı, TBMM gözetiminde olsaydı, ne o, ne o... O haklı, bu haklı demiyorum ama bu noktaya gelmezdik. O yüzden Meclis gözetiminde, Meclis kontrolünde, doğru bir süreç yönetilmesi lazım.
“ESAS MESELE DEMOKRATİK AÇILIMLAR OLSA TÜM TÜRKİYE KAZANIR”
(Ömer Öcalan’ın son açıklaması ve süreçte CHP’nin dışlanıp dışlanmadığı hakkında) Geçmişte dışlandık; bundan Türkiye menfaat görmedi, fayda görmedi. İki taraf da birbirini suçladı sonra. ‘Yok Dolmabahçe’de şu oldu, yok bilmem nerede bu oldu’ diye. ‘Siz, seni başkan yaptırmayacağım dedik diye böyle yaptınız’, öbürü ‘siz şunu yapmadınız diye oldu, sözünüzü tutmadınız.’ Bu süreçte Cumhuriyet Halk Partisi’ni dışlamanın ne AK Parti’ye, ne bir başkasına faydası var. İYİ Parti’yi dışlamanın da yok, Saadet Partisi’ni dışlamanın da yok. Meclis’te milletvekili olan hiçbir parti dışlanmamalı. Meclis dışı olan partilere de düzenli bilgi verilmeli. Bu kadar net bir şey söylüyorum. İşte diyelim ki yeğeni gidecek, gelecek, haber getirecek. Ya da bir gün gelecek kendisine bir mikrofon uzatılacak. Çıkarılacak, konuşulacak filan... Böyle bir çözüme -Türkiye’de, anketler yaptırıyoruz, bakıyoruz- kaçı ‘evet’ diyor? DEM seçmenin bile yüzde 68’i bunu olanaksız görüyor, inanmıyor böyle bir şey olabileceğine. Çünkü inanılacak gibi yürütülmüyor süreç. Oysa ki Meclis’ten başlayıp, adım adım ilerleyip, esas mesele demokratik açılımlar ve Kürt sorununun kökten çözümü olsa, bu konuda atılacak mutabakatlar olsa, herkes sürece inanır. Sonunda da bütün Türkiye kazanır. Türkler de kazanır, Kürtler de kazanır. Üst kimliğimiz Türkiye Cumhuriyet vatandaşlığı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, Türk vatandaşları, hepsi birden kazanır.
“KAYYUM TEKLİFİNE ANAYASA ŞARTI ÇÖZÜM GETİRMEZ”
(MHP ile yapılan kayyum görüşmesi) Biliyorsunuz bu kayyum meselesinde tarihi bir şey oldu, parlamentodaki bütün muhalefet partileri ortak imza attı. Her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. 10 partinin imzası var. MHP’den de o sırada bir açıklama geldi ‘Bu sorunun çözümü siyasi partiler kanunundaki bir değişiklikle, seçim kanundaki bir değişiklikle olur’ diye. Bardağın boş tarafına bakarsanız MHP’nin açıklamasında, diyorlar ki ‘Hakkında soruşturma olanlar, aday olamaz’ ki böyle olmasın diye. O masumiyet karinesine çok aykırı bir şey. Ama dolu tarafı, ‘Sorunu kanun yoluyla çözebiliriz’ diyorlardı. Biz dolu tarafından baktık ve randevu istedik. İkinci randevuda arkadaşlar görüşmüşler, kapalı kısımda yapılan görüşmelerde olumlu bir seyir olmuş. ‘Ama tabii genel başkanımıza, ilgili kurullarımıza götüreceğiz. Genel başkanımız bunu ittifak ortaklarımızla görüşür’ gibi konuşmalar olmuş, gayet normal. Olumlu şu, MHP’nin ‘Bu sorun kanun yoluyla çözülebilir’ demesini biz olumladık. Ondan sonra oturalım ve yazalım. Bizim 10 partinin altına imza attığı dört dörtlük bir teklifimiz var. Biz bardağın dolu tarafına baktık. MHP de yetkili kurullarına götürecek. Ama kapı önünde yapılan açıklamada Sayın Akçay’ın şu ifadesi dikkatimi çekti: ‘Genel Başkanımızın da ifade ettiği gibi geçmişte, bir anayasa sürecinde bu işler de çözülür’ diye bir anayasa şartı koymuş gibi. Çözüm getirmez bu yaklaşım. Bugüne getirmez. Bir anayasa şartı gibi gördük ama tabii kendi değerlendirmeleri. Biz sadece okumamızı söylüyoruz.
“KEMAL BEY İLE İLİŞKİMİZ DEĞİŞMEDİ, AYNI”
(CHP içinde bir karışıklık olup olmadığı hakkında) “Yok. Kitabın çok ortasından söyleyeyim. (“Selvi Kılıçdaroğlu, CHP’yi takipten çıktı”) Kemal Bey’in takipçilerine bakarsanız, partiyi takip ediyor ama Selvi Hanım’ın kişisel tercihi ve sadece eşini tercih ediyor. Bence şık bir davranış. Sadece eşini takip ediyor. CHP’yi takip etmiyor da başka hesapları takip ediyor olsa, buna dersin ki ‘Niye böyle?’ Zaten Selvi Hanım’ın sosyal medya hesabı, seçim döneminde kullanılan bir hesaptı. Şu anda da Cumhuriyet Halk Partisi’ni takip etmiyor diye alınmam. (“Selvi Hanım ile görüşüyor musunuz?”) En son Kemal Bey’in mahkemesinde beraberdik. Ondan önce eşimle evlerine kahve içmeye gitmiştik. Ama Kemal Bey ile daha sık görüşüyoruz. Selvi Hanım’ın da Kemal Bey üzerinden hatrını soruyorum. Pazar günü ‘Geçmiş olsun’ diye aradım. Trafik kazası haberi okuduk. Her ne kadar haberin içinde ‘Maddi hasarlı, yola devam ettiler’ diye yazsa da geçmiş olsun dilemek istedim. Ondan önce de dünürü için cumartesi günü başsağlığı dilemek için aramıştım. (İletişimiz nasıl; resmi mi, sıcak mı?) Gayet iyi. Her zaman olduğu gibi. Biz Kemal Bey’le 8,5 yıl çalıştık. O zaman da Kemal Bey ile ilişkimiz ne çok resmi, ne çok samimi. Böyle Kemal Bey’in çizdiği bir hat vardır, yöneticileri ile kurduğu bir dil ve üslup. Onun tercih ettiği süreçte nasıl bugüne kadar geldiysek, aynı devam ediyoruz. Ne daha resmi, ne daha samimi; aynı.
“CUMHURİYET TARİHİNDE İLK KEZ ÇOKLU YARIŞTA GENEL BAŞKAN DEĞİŞTİ”
(Kılıçdaroğlu ile kurultay çağrılarının görüşüp görüşmediği hakkında) Benim Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na hürmet gösterme ve saygı duyma sorumluluğum var. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun benden bir şey isteme hakkı var. Ama önceki genel başkanımıza benim ‘Şu işe siz müdahale edin’ demem doğru bir üslup olmaz. Gerçekten bana da yakışmaz, ben de Kemal Bey’e de böyle bir şey demem. ‘Şuna siz müdahale edin’ filan diye. İkincisi, bir partide bir seçim oldu. Ben kitabın ortasından konuşayım size, anlatayım. Cumhuriyet tarihinde Türkiye’de ilk kez bir siyasi partide çoklu yarışta bir genel başkan değişti. Rakip çıkmıştı ama değişmemişti. (“İYİ Parti’de de değişti”) İlk kez, o gün bizde olduğunda ilk kezdi. Çoklu yarış oldu. Ayrıca bizimkinin farklılığı, mevcut genel başkan da adaydı. İYİ Parti’de mevcut genel başkan aday değildi. Mevcut genel başkan seçimle değişti. Her iki tarafın da 650’nin üzerinde oyu vardı. İlk turda salt çoğunluğu bile sağlayamadı. 14 oy farkla filan ilk turu kazandık. İkinci turda fark açıldı tabii. Böyle bir durum, travmatik bir durumdur. İlk kez bir mevcut genel başkan ve partinin o genel başkan ile birlikte uzun yıllar çalışmış bir diğer adayı yarışıyor ve genel başkan değişiyor. Bu kolay bir iş değildir siyasette. Aynı delege ile biz 4-9 Eylül’de kurultay yaptık. Bu kurultaydan önce çokça yazıldı, çizildi; ‘Seçimli istenecek, seçim yapılacak.’ Ben Parti Meclisinden kurultay kararı alsam seçim maddesi eklenemiyor tüzüğe göre. Ben Parti Meclisine dedim ki, ‘Ben alıyorum kurultay kararını genel başkan olarak. Seçim maddesi eklenebilsin diye.’ Eğer orada yeterli arkadaş seçim maddesi eklemek isteseydi, seçim olabilirdi. Ama o yeterlilik yoktu. Çünkü kurultay salonunda, hani bazı maddeler düşecek filan deniyordu. En çok karşı çıkılan madde, 39’a karşı bin 100-bin 200 oyla geçti. Çoğu madde bir itiraza karşı mutabakatla geçti. Kurultay salonunda o 650-650’lik mesele, 31 Mart seçiminin başarısının da katkısıyla, seçim sürecinde bizim hiç kimseyi ötekileştirmeyen… Yani anketleri iyi çıkan adayları, bizi mi destekledi, desteklemedi mi diye bakmadan… Örneğin Ahmet Akın, Bursa, Adana, Mersin... Son derece başarılı, anketlerde öne çıkan. İkisini ilk kez aday gösterdik. Daha doğrusu bizde olmayan belediyelere, ikisi olan belediyelere. Ya da Aydın Büyükşehir, hiç tartışmadan adaylaştırdık. Bunun da etkisiyle kurultay salonunda bir büyük birliktelik vardı. O ortada ikiye yarılma işi bitmişti. 35 il başkanı ile seçilmiştim. Seçildiğim gün diğer 46 il başkanına ‘Bundan sonra Manisa il başkanı kadar bana yakınsınız’ demiştim. 81 il başkanının 81’i tüzüğe de sahip çıktı. Kurultay tartışmaları başladığında da hep birlikte bir yazı yayınlayıp, ‘Sokakta kurultay sesleri değil CHP’nin iktidarının ayak sesleri var’ dediler.
“SAHADA OLANIN KURULTAY SALONUNDA KARŞILIĞI OLUR”
Benim inandığım bir şey var, sizin yayınınızda söylediğimi hatırlıyorum adayken. Böyle ortada yüksek bir masanın başındaydık ikimiz. Demiştim ki ‘Sahada olan bir şeyin kurultay sonunda karşılığı olur.’ Bunun tersi de olur. Sahada bir şeyin karşılığı yoksa kurultay salonunda da karşılığı olmaz. Bugün sahada kimse CHP’nin Genel Başkanını tartışmıyor, kimse Cumhuriyet Halk Partisi’nin başarısını tartışmıyor. Yüzde 65 nüfus, yüzde 80 ekonomiyi CHP belediyeleri almış. CHP belediyelerine anket yaptırdık yüzde 58 memnuniyet çıkmış, Tayyip Bey’in de benzer bir sonuç, hatta bizden iki puan fazla bulduğu görülüyor. O yüzden hızla hırslandı, sinirlendi, belediyelere karşı taarruza geçti. Sahada belediyelerden memnuniyet, CHP’den memnuniyet, seçim zaferinden memnuniyet. Yapılacak bir genel seçimde umut var. Bizim içimizde ne il başkanlarında ne delegede ne üye de bir sorun var. Ama parti grubumuzdaki ki o arkadaşları da anlıyorum, Kemal Bey’in bir kısmı yakın çalışma arkadaşı ve kurultay sürecini birlikte götürdüğü arkadaşlar. Eleştirel bazı sesler vardı. Ama bu rakamlar düşünün ki o grupta işte 90 milletvekili Kemal Bey’e imza verdi noktasından, bu 74 olarak gerçekleşti, bir gün bir tartıda 64 ölçüldü, 40 oldu. Ama parti grubunda da bir mutabakat var ve her geçen gün iyiye gidiyoruz. Ben her gün 2-3 tane arkadaşımla da baş başa görüşüyorum. Arkadaşlarımızın içinden de uzlaşarak ayrılmadığımız pek kimse olmuyor. Endişesi olanlarla, rahatsız olanlarla görüşüyorum. Şu an konuşup da anlaşamadığımız arkadaş yok ama henüz konuşmadığımız arkadaşlar var. (Konuştuklarının getirdiği eleştiriler) Partiyi bu durumda başarısız kim bulacak? Parti 47 yıl sonra birinci parti olmuş. Kurultay falan isteme değil, kurultayı delege ister. Bak bir ara dedi ki Özlem Gürses, ‘700 imza toplanmış.’ Dedim ki ‘70 de yok yedi de yok. İddia ediyorum.’ Biliyorsunuz 15 gün onun süresi, ben bunu dedikten sonra da dört tane 15 gün geçmiştir. Şu anda sahada, sokakta olmayan bir talebin salonda karşılığı olmaz. Ve bizim parti içinde farklı düşünen arkadaşlarımız, ayrı düşmüşüz, şimdi gitgide kapsıyoruz, kapsıyoruz ve kapsıyoruz. Ve her geçen gün, bu konuda itirazı olan arkadaşlarımızın sayısı gitgide azalıyor.
“HIZLA ONARIYORUZ”
Ben dedikodu demem, ben Genel Başkanım. Doğru değil. Hepsi canım ciğerim. Bir de benim bu arkadaşların, mesela Oğuz Kaan Bey, yıllarla birlikte yürüdük, birlikte konuştuk birlikte çalıştık. Yedik içtik. Ben onunla düşman olamam. Veya işte bir diğer arkadaş, birinin ismini verip de öbürünün vermemek olmaz, Engin Altay. Her zaman bir usta çırak ilişkisini kendimin anlattığı, Sinop’ta ‘Çırağım Genel Başkanımız oldu’ diye beni tanıtan birisinden ben ters düşebilir miyim? Veya ben ona dedikoducu diyebilir miyim? O yüzden partide sadece milletvekili grubunda belli sayıda farklı düşünen arkadaşımızın da endişeleri vardı. O meseleleri de hızla onarıyoruz. Ben 10 yaşından beri yatılı okulda büyümüş, insan ilişkileri kuvvetli, yedi yaşından beri esnaflık yapan, testici Ahmet amcanın dükkanında testi satan, para olan, tohum tartan, köyde traktör üstünde, yatılı okulda arkadaşları ile birlikte münazara takımında, toplumun tüm kesimleri ile ve her tür insan ilişki içerisinde olabilmiş biri olarak benim insan ayırmam, birilerini ittirmem, birilerini küstürmem mümkün değil. Ama bizim partide şöyle bir şey söyledim ve bu arkadaşlar tarafından bir toplantıda en uzun alkışlanan şey bu oldu. Böyle bir toplantının sonunda dedim ki ‘Arkadaşlar nasıl dışarıya doğru diyoruz ya, Kürtler sorunum var diyorsa sorununu vardır. Senin sorunun yok denmez. Bize de arkadaşlar haksızlık yapılıyor diyorlarsa veya kendinizi tam ait hissetmiyoruz diyorsa bu doğrudur. Çözmek bana düşer. Belki de birçok haksızlık yapılmıştır, ben bilmiyorumdur. Veya bilmeden yapmışızdır. Ben de yapmışımdır. Bu salondaki tüm haklılardan, bu salondaki tüm haksızlar adına ben özür diliyorum’ dedim. Bu çok uzun süre alkışlandı. O günden sonra da çok iyi bir yoldayız. ‘Ben bu tartışmaları kesiyorum artık’ dedikten sonra, 81 il başkanımız da ‘Kurultay yok, iktidar beklentisi var. Millet bizden içeride bir seçim değil, dışarıda bir seçimi kazanmamızı bekliyor’ dediğinden beri bu tartışmalar bitti. Ben daha kurultay duymuyorum.
“BÜTÜN DEMOKRATLARI BİRLEŞTİRECEĞİZ”
(Sıkıntının sebebi biraz da sizin normalleşme çağrınız mı oldu?) 31 Mart seçimini de normalleşme tarifi içinde kazandık. Çünkü şöyle, hatırlayın 31 Mart seçimden önce ben otobüsün üzerine her çıktığımda, her elimi mikrofonu aldığımda, her stüdyoda soru sorulduğunda şunu söyledim, ‘Ben Erdoğan ve Bahçeli’nin partime ve bana yapacağı hakaretlere, söylediği sözlere cevap vermeyeceğim. Onlarla kavga etmeyeceğim, onlarla kavga edersem emekli için edeceğim, asgari ücretli için, çiftçi için, memur için, esnaf için edeceğim’ dedim. Ve dedim ki ‘Bu parti, partilerle ittifak yapamadı, ama Türkiye İttifakı’nı kurdu. Sosyal demokratlar, muhafazakar demokratlar, milliyetçi demokratlar, Kürt demokratlar. Bütün demokratlar birleştireceğiz. Ve büyük bir zafer kazanacağız. Türkiye İttifakı renkleri ay yıldızlı al bayraktan alır’ dedim. Ben ‘kırmızı’ dedim, meydanlar ‘beyaz’ dedi. Ben ‘en büyük’ dedim, onlar ‘Türkiye’ dedi. Biz böyle bir partiyiz. Bu partiye kimsenin ‘bayrağı indirecekler, vatanı böldürecekler, ezanı dindirecekler’ diyemez, haddine değil. O tartışmaları orada bırakıp ben döndüm, emekli maaşı konuştum, asgari ücret konuştum, adayımı tanıttım, önüme baktım. Hatta o süreçte bir kırgınlık ifadesi için söylemiyorum. Bir siyasi partinin sayın genel başkanı, muhalefet partisinin, benle kavga ederek o kutuplaşmadan kendi seçmeninden bize yoğun bir yönelme vardı onu tutmaya çalıştı. Ona da her gün ‘canın sağ olsun’ dedim, cevap vermedim. Ve biz çok büyük bir birliktelikle yüzde 38 gibi bir oy oranıyla, 22 yıl sonra AK Parti’yi ilk kez yenip, 47 yıl sonra partimizi ilk kez iktidar yaptık. Ve biz o günden bugüne anketlerde de birinci partiyiz. Bir ay hariç. Eylül ayında, yani altı anketin ikisinde ikinci çıktık. Ekim’de yine toparladık. ‘Yapay zeka’ deyince bana gülmüşlerdi adaylar belirlenirken, yardım alıyoruz diye. Sonradan yapay zeka onlara güldü. Yapay zekayla şöyle bir çalışma yapıyor arkadaşlar. Kelime bulutu diye bir şey var. Benim ağzımdan çıkan, partili milletvekilinin, belediye başkanının, parti sözcülerinin, grup başkan vekillerinden ağzından çıkan her kelimeyi yapay zeka topluyor ve büyüklüğüne göre bir bulut yapıyorlar. En yüksek oyumuzun olduğu Temmuz ayı ve ondan sonraki en yüksek oyumuzun olduğu ay da Kasım ayı. Bizim bulutumuzdaki en büyük kelime, enflasyon, geçim sıkıntısı, zam, emekli, asgari ücretli… En büyük bulut geçim sıkıntısı. İkincisi zam, üçüncüsü asgari ücret. Bir tek Ağustos ayının bulutunda en büyük şey kurultay. Ardından seçim, delege. Bizim kelime bulutu ne zaman buralara dönmüş, oyumuz düşüyor. Seçmen bizden iç meseleleri konuşmamıza değil kendi dertlerini konuşmamızı istiyor. O yüzden de ‘Ben bu tartışmaları bırakıyorum’ dedim. Kurultay isteyenin yapacağı iş belli, demokratik yollar açık ama şu anda sahada bırakın öyle dediğim gibi kurultay isteyen delege melege falan… Delege iktidar istiyor. Üye iktidar istiyor. Ülkemizde iktidarız.
“TARTIŞMALARI BİR KENARA BIRAKMAMIZ LAZIM”
(Özel toplantı talebi olduğu ifade edildi, Sayın Kılıçdaroğlu’na yakın parti grubunuzdaki vekillerle toplantı yapmayı planlar mısınız?) Biz dün arkadaşlarımız bir kapalı grup toplantısı yaptık, Grup Başkanvekili başkanlık etti. Benim bir heyetim vardı, katılamadım. Gelecek hafta bir kapalı grup toplantımız var, dış politika gündemli. 2-3 haftada bir kapalı grup toplantıları yapıyoruz. Bizim kapalı grup toplantılarımızda talebi halinde üç sayın milletvekiline gündem dışı söz veriliyor zaten. Yani derdi olan, söyleyecek sözü olan, söyleyebiliyor. Bizim bu tartışmaları bir kenara bırakmamız lazım. Bu konuda bana yapay zeka da aynı şeyi söylüyor, sahadaki delege de söylüyor. O yüzden biz endişesi olan arkadaş sayısında artık bir elin parmaklarını biraz geçiyor durumda. O arkadaşlarımızla birebir görüşüyorum ve o arkadaşlarımızla da çok iyi mesafe alıyoruz.
“KURULTAYLAR TRAVMALI SÜREÇLERDİR”
(Sebebi ne?) Kalmadı öyle bir sebep, bitti. Kurultaylar travmalı süreçlerdir. Kolay mı? Kolay değil. Bir mevcut genel başkan kurultayda değişmiş, o işin diğer tarafı biraz kırgın olur, alıngan olur, kendini dışlanmış hisseder. O hissi ortadan kaldıracak ne varsa yaptık, yapmaya devam ediyoruz, iyiye gidiyor.
“CHP’NİN GÜCÜ BURADADIR”
(‘CHP’yi yönetmek Türkiye’yi yönetmekten daha zor’ sözüne katılıyor musunuz?) Hayır. Biz CHP’yi de gayet güzel yönetiyoruz, Türkiye’yi de CHP’yi yönettiğimizden de güzel yönetiriz. Bu Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendine özgü meselelerini zorluklar olarak değil de güçlü yanlar olarak görmek lazım. Bir partinin içinde hiçbir konuda tartışma olmuyorsa o partinin içinde demokrasi yok demektir. Tartışmanın olmadığı rejimler otoriter rejimler. Cumhuriyet Halk Partisi’nin farklılığı bu zaten. İnsanlar tartışır, söyler, konuşur. Biz içeride tartışırız, dışarıda hep birlikte uygularız. O noktada bana geçen gün Ali Naili Erdem geldi. 98 yaşında. Demirel’in en yakın yol arkadaşı. Bana dedi ki, ‘Cumhuriyet Halk Partisi için için yanan bir kor gibi’ dedi. ‘Bazen alevlenir, bazen kısar ama hiç sönmez. Ama CHP’nin gücü de buradadır. Yüzyıldır da CHP böyle ayaktadır’ dedi. Öbür türlü külleşip gidiyorsunuz. 47 yıl sonra iktidar olduk, yenilmez denen, ‘Yenilmeyeceğim’ diyen Tayyip Erdoğan’a hayatının- partisi ile son partisi ile- ilk seçim yenilgisini yaşattık. Bu yerelde, yerelin tadına vardı, tadını aldı. Genelde seçim kaybetmenin tadını da ilk sandıkta alacak. Cesareti varsa erken seçim sandığını koyar ve aday olur.
“İNSANLAR YOKSUL, AÇ, İŞSİZ, GÜVENCESİZ”
(Suriye’deki algının iktidar lehine olduğu değerlendiriyor. Bir olası erken seçimin sizin aleyhinize sonuçlanacağı endişeniz var mı?) 100’üncü saatteyiz. 100 saatte çocuk doğsa kuvözden çıkmaz daha. Suriye meselesi olmuş da. Sonuçta insanlar bir altı ay sonra veya üç ay sonra bakacaklar, Suriye’de durum ne, Türkiye’de durum ne? Sığınmacı meselesi ne durumda falan filan. İktidar bunları nasıl yönetti, muhalefet bu sürece ne katkı verdi? Ne olumlu katkı verdi ya da hangi eleştirilerinde haklı çıktı? Durun bakalım yani öyle daha 100’üncü saat. Daha çocuk kuvözde yani. Odaya çıkmaz. Mesela bir açıklama oluyor, anket firmaları 10 gün sahadan çekiliyorlar. ‘Çok sıcak, 10 gün ölçülemez’ diyorlar. O yüzden bugün böyle şeyi hatırlayın, Tayyip Bey ‘Türkiye’ye İsrail saldıracak’ dedi, ele çubuklar alındı, geçildi, altı gün, yedi gün tık tık tık tık tık. Türkiye’nin fırkateyn sayısı, İsrail’in fırkateyn sayısı falan. Kaldı mı şimdi öyle bir gündem? Konuşuyor muyuz? ‘İsrail savaşı tehlikesi Tayyip Bey’e seçmeni kilitler mi?’ Geçti gitti. O yüzden mesele şu. İnsanlar Türkiye’de yoksul, aç, işsiz, güvencesiz ve şu anda bütün anketlerde birinci sırada sorun ekonomi, alt başlıklarda da hep geçim sıkıntısı, enflasyon, zam, maaşın yetmemesi, yüksek kiralar. Dış politika dokuzuncu sırada. Milli güvenlikle ilgili kaygılar dördüncü, beşinci sırada.
“BU ÜLKEDE İNSANLARIN GEÇİM SORUNU VAR”
(Erken seçim çağrısını neden yaptınız, kamuoyundan destek var mı?) Çok net olarak şunu söyledim. Ben 31 Mart seçimlerinde meydanlarda şunu söyledim. Bu bir yerel seçim, bu genel seçim değil. Açıkça söyleyeyim, Erdoğan yerel seçimi genel seçime çevirerek adaylarına değil kendisine güvenerek, ‘Nasılsa genel seçimleri ben kazanıyorum’ diyerek, yerel seçim de genel seçim atmosferinde geçsin istiyor. Ve bunu başarırsa da kazanabilir. Öyle bir niyeti var. 31 Mart öncesi bütün okumalar böyle. Biz de bunun bir genel seçim olmadığını, yerel seçim olduğunu, seçmenin iki şey yapacağını söyledik. Bir, yanımdaki çok güvendiğim, özene bezene kılı kırk yararak belirlediğim adayın ya da yeniden aday gösterdiğim başarılı belediye başkanının seçimi olduğunu söyledim seçmene. İki, ‘Vereceğiniz oy, olsa olsa bir sarı karttır’ dedim. Bu kırmızı kart değil. AK Partili ve MHP'liler bunu bir genel seçim gibi düşünüp de davranmayın. Yerel seçimde sarı kart. ‘Ben bu seçimin sonucunu gerekçe göstererek bir erken seçim talep etmeyeceğim’ dedim. Seçim gecesi de çıktım ve dedim ki ‘Seçimi kazandık. Burada bütün demokratlara oy verdi. Oy veren AK Partili ve MHP’lileri de biliyorum ve anlıyorum. Bu seçim sonucunu gerekçe göstererek bir erken seçim çağrım olmayacak’ dedim. Ve ben hiçbir zaman 31 Mart seçimini kazandık, ‘Yürüyün erken seçime’ demedim. Seçmene verdiğim sözü tutmamış olurum. Ama o gece de söylemiştim. Bu ülkede insanların geçim sorunu var. Bu insanların geçim sorununu dile getirmeye devam edeceğim. ‘Geçim olmazsa seçim olur’ dedim. Asgari ücrete seçimden önce ‘Yılda üç kere zam yapacağız’ dedi Erdoğan. Bir lira bile zam yapmadı asgari ücrete. 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinde yani Cumhurbaşkanı seçimlerinden önce ‘Asgari ücrete gerekirse yılda üç güncelleme’ dedi. Mart, temmuz ve ekim güncellemesi asgari ücrete enflasyon güncellemesi. ‘Gerekirse üç kez yapılabilir’ dedi. Ama 2024 yılında bir kez bile yapmadı. Örneğin 2023’te temmuzda yapıldı. Emekli maaşı 12 bin 500 lira yapıldı. 10 bin liradan 12 bin 500 lira yapıldı. 10 lira 1 Ocak'ta 24 kilo dana kıyma alıyordu. 12 bin 500 lira şu anda 16 kilo dana kıyma alıyor. Nasıl olacak? Oraya da bir şey yapmadılar. Rize’de çaycı, yani kendi hemşerileri isyan ediyor. ‘19 lira çayın üretimi 17 liradan çay aldınız’ diyor. Fıstıkçı Gaziantep’te isyan ediyor. Buğday üreticisi ayrı, Bolu’da, Tekirdağ’da, Trakya’da isyan ediyor. Pamuk üreticisi Adana’da, Manisa’da isyan ediyor. Bunlarla ilgili desteklemeler yüzde 1 olacakken bütçeye binde 2 koydular. Beşte birini. Ve bu şartlar altında insanlar büyük bir geçim sıkıntısı çekiyor. Ve ben diyorum ki ‘Asgari ücrette şimdi de hedefimiz 30, bunun altında yokuz’ diyorum. Ve eğer siz bu insanların geçimini sağlamazsanız seçime gitmek zorundasınız. ‘Kararı seçmen versin’ diyoruz. Ben 31 Mart’ta seçim kazandım. ‘Gelin erken seçime’ demedim onlara. Verin dedim asgari ücretliye hakkını, o zaman zaten seçim ister mi vatandaş hükümetten memnun olsa? Ama vatandaş hükümetten memnun değilse seçim isteyebilir. Nisan ayı ölçümlerinde yüzde 24’tü erken seçim talebi, son ölçümde aynı şirketin ben 56 gördüm. Farklı gören varsa söylesin.
“BENİM ORADAKİ ÇAĞRIM, BAŞKA BİR ÇAĞRI”
(Seçim için 2026 dense, yok musunuz?) Orada şunu ifade etmeliyim. Benim oradaki çağrım başka bir çağrı. Şöyle bir çağrı. Erdoğan beş yıllığına seçildi, bu son dönemi. Bu dönemde yeniden aday olabilmesi için erken seçim yapılması lazım. Onun da Meclis kararıyla olması lazım. Onun için de bize ihtiyacı var. Diyorum ki Erdoğan’a ‘Yarısı, senden yarısı bizden, 2.5’uncu yılda sen kendine güveniyorsan gel aday ol. Seçime gir, yarışalım. Kazanırsan bir 2.5 yıl daha kazanıyorsun. Eğer kaybedersen de zaten 2.5 yıldır yapıyorsun.’ Zaten bu son adaylığı tartışmalıydı. YSK’nın kararına göre oldu ve bu sefer sadece Meclis kararıyla olabiliyor ve bir daha asla olamıyor. Ben diyorum ki ‘Gel, sürenin tam ortasında yarısı bizden yarısı senden bir daha aday ol. Yoksa olamayacaksın. Seçimlere üç ay kala gelip de ‘Gelin bir erken seçim yapalım’ veya altı ay kala ‘Ben aday olayım’ dersen sana bu imkânı vermem. O zamana kadar bizi oyalama gel burada aday ol’ diyorum.
“ERDOĞAN, AKP’NİN DEĞİL MHP’NİN ADAYI”
(Cumhurbaşkanı Erdoğan, normal seçim tarihinde beş ay önce erken seçim derse ne olacak sorusuna) O zaman cevabımızı merak ederek o uysun. (Sayın Cumhurbaşkanı ‘Ey vatandaş bunlar benim karşıma çıkmaktan çekiniyorlar’ diyecek) O vatandaşa öve öve bitiremediği Anayasa ‘Aday olamazsın’ diyor. O vatandaşa o zaman da biz deriz ki ‘Madem öyle Anayasaya bu maddeyi koymasaymış.’ Her doğana anayasa yapacaklarına, Erdoğan’a anayasa yaptılar. (“Bunu yaşayacağız gibi hissediyorum”) Göreceğiz. Bir dahaki sefere diyelim ki böyle bir hakkı da yok, ‘Gelin, ben anayasaya rağmen aday olamıyorum ama anayasayı değiştirin, ben aday olayım’ dedi. Onun için bir daha anayasa mı yapacağız? Anayasa ne diyorsa odur Akif Bey. Anayasadaki rakamı bulursa aday olur, bulamazsa olamaz. O zaman kendisi şu soruya nasıl cevap verecek? Anketlerde şu soruya kendisi nasıl cevap verecek? AK Parti’nin adayı yok. Tayyip Erdoğan bugün AK Parti’nin adayı değil, MHP’nin adayı. Çok açık söylüyorum, net. Haksızsam ‘Haksızsın’ deyin. AK Parti’nin yaygın ve tek söylemi ne şu anda? ‘Seçim, zamanında olacak.’ Seçim zamanında olursa Erdoğan aday olabiliyor mu? ‘Seçim zamanında olacak’ dediler, dört yıl seçimsiz bir süreç. (“Zamanında olsa da aday olmalıdır diyenler de var”) O ayrı, AK Parti’nin resmi söylemi; ‘Seçim zamanında olacak.” Yoksa söylesinler ‘Erken yapacağız’ diye. Seçim zamanında olursa aday olamıyor. O zaman AK Parti’nin adayı, Recep Tayyip Erdoğan değil. Ama MHP’nin adayı, Recep Tayyip Erdoğan. Onlar ne diyorlar? ‘Abdullah Öcalan çıksa, burada bir konuşma yapsa, PKK silah bıraksa, bu sırada Anayasa değişip, Erdoğan yeniden aday olsa, bunda ne sakınca var?’ Dedi mi, demedi mi Devlet Bey? Abdullah Öcalan’ı serbest bırakma pahasına -kendisi açısından söylüyorum- Erdoğan’ın adaylığının önünü açmaya çalışıyor. O yüzden Erdoğan, şu anda MHP’nin adayı, AK Parti’nin adayı değil.
“KIZIM VE BÜTÜN ÇOCUKLARIN GELECEĞİ İÇİN KENDİME BİR SÖZ VERDİM”
(Adayının Yavaş mı, İmamoğlu mu olduğu ve kendisinin aday olup olmayacağı konusunda) Ben kendime bir söz verdim, hatta ilk kez açıklayayım size burada bu kadar açıklığıyla. Genel Merkezin odasına kapıdan girdim. Özel kalemdeki 3-4 çalışan arkadaş geldi, ben onlara ‘Kimsenin endişesi olmasın, birlikte devam edeceğiz. Ben kimseyi işten çıkarmayacağım’ dedim. Gülüştük, el sıkıştık. Bizim özel kalem arkadaşımız Meclis’ten geldi, odasına geçti. Kapı kapandı. Genel Başkanlık odasında yalnız kaldım. Karşımda koltuk duruyor. O koltuğa gidip oturmadan dedim ki ‘(Kızım) İpek için kendime söz veriyorum. Onların geleceği için hiçbir ihtirasın, işte ‘Gel aday ol’ diyecekler, bilmem ne diyecekler, en doğru adayı belirleme noktasında duygularımın zihnimin önüne geçmesine izin vermeyeceğim. Bu koltuğa oturduğum zaman kendi adaylığımı düşünmeyeceğim. O zaman sağlıklı karar veremem. Kendim dışında en doğru adayın belirlenmesi için gayret göstereceğim. İpek’e söz veriyorum’ dedim kendim. Kızımın geleceği için ve Türkiye’deki bütün çocukların geleceği için. Ben bu partinin, yani iktidar partisinin ülkede bir daha seçim kazanması durumunda Türkiye’nin bir hakim parti rejimini kıramayacağına ve bunun Türkiye demokrasisi açısından artık seçimlerle iktidarın değişmediğini izleniminin, Türkiye’nin ekonomik geleceğine de siyasi geleceğine de gençlerin geleceğine de çok olumsuz katkı yapacağına, Atatürk’ün kurduğu partinin 100 yıl sonra bir kez daha Türkiye’yi demokratikleştirmek için, zenginleştirmek için, Türkiye’de her türlü ayrımcılığın önüne geçmek için bir ihtiyaç olduğuna ve Türkiye’de iktidar değişimlerinin yapılabiliyor olmasının, dünyadaki Türkiye algısını da çok güçlendireceğine inanıyorum. Bunun için önümüzdeki seçimi kaybetmememiz gereken bir seçim olarak görüyorum. Bunun önündeki tüm engelleri kaldırmaya kararlıyım.
“ADAY İÇİN KARARI TEK BAŞIMA VERMEYECEĞİM VE YOL HERKESE AÇIK”
Ben partinin gücünü sembolize ederek, ‘Bir sağ açığımız, bir sol açığımız var’ demiştim. O da o zaman çok sempatik geldi. Bu bizim gücümüzü gösteriyor. Bir, Cumhuriyet Halk Partisi’nde aday olmak isteyen herkes aday olabilir. Bir sürü başarılı belediye başkanımız var. Kimin yüreğinden geçiyorsa, gönlünden geçiyorsa bu yol açık. Bu kararı tek başıma vermeyeceğim. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı tek başına karar verirse yanlış yapabilir. Bu kararı MYK ile birlikte verirse, daha zor ihtimal hata yapar ama hala hataya açıktır. Parti Meclisi ile hata yapmaz ama hala hataya açıktır, daha az hata yapar. Elbette son kararı Meclis grubu oylayacak, orada bir şey yok. Ama gönlümden geçen ve yetkili organlarımıza önereceğim iş, bütün üyelerimizin de içinde olduğu çok katılımcı bir yöntemle. Eğer bir adayımız kendi kendine doğrudan, bu siyasetin yürüdüğü yolla, doğal olarak adaylaşıyorsa ne ala. Herkes üzerinde mutabıksa. Ama birden çok aday varsa, bizim 1,5 milyonun üzerinde üyemiz var, onların görüşleri alınarak, belki daha da geniş katılımlarla en doğru adayı belirleyeceğiz.
“BELEDİYE BAŞKANLARIMIZIN PERFORMANS KARNESİ ÇIKACAK”
(Gönlünüzden geçen bir isim var mı sorusuna) Elbette var ama o, Cumhuriyet Halk Partisi üyesi Özgür Özel’in gönlünden geçendir. Genel Başkanın gönlünden kim kazanacaksa o aday geçer. (“Özgür Özel’in gönlünden kim?”) Onu Özgür Özel’i bulur sorarsınız, buraya genel başkanı konuk aldınız. (“Kim biliyor peki?”) Ben biliyorum. (“Kızınız biliyor mu?”) Yok. Bilmez, İpek bu konuda çok dertlidir. Hep ‘Belli olunca önce bana söyle.’ Biz hepimiz, en doğru adayın, en katılımcı şekilde belirlenip, bu seçimin garanti kazanılmasını istiyoruz. Biz adayımızı belirlediğimizde seçimi kazanmış olmak istiyoruz. (“Anketler ne diyor?”) Biz şu anda Cumhurbaşkanlığı adaylığını anketlerde sormuyoruz, partinin durumunu soruyoruz. Ben en son 256 belediye başkanının performansını sordum. 20 Aralık günü bütün rapor bitecek. Ortalama yüzde 58 memnuniyet var. (“En yüksek kimde memnuniyet?”) Onu ilan edip etmeyeceğimizi biz soracağız. Kendisi bilecek, biz bileceğiz. 21 ili kendi içinde değerlendirmek gerekiyor, yeni büyükşehirleri kendi içinde, eski büyükşehirleri kendi içinde değerlendirmek gerekiyor. Tam bir karne; belediye başkanlarımızın güçlü yanları, zayıf yanları. Biz adaylık sürecinde de öyle yaptık. ‘Bak’ dedik, ‘Şu mahallelerde kötüsün.’ ‘Bunlar onlar, oraya çalışayım’ dedi veya ‘Orada bir hatamız var, oraya gidelim, telafi edelim. Onların gönlü bize kırık’ dediler. Çok teknik çalıştık, yine öyle olacak.
“MANSUR BEY DE EKREM BEY DE GEÇMİŞTE BU TESTLERDEN GEÇTİLER”
(Anketten çıkan aday kesin aday mıdır ve Yavaş ya da İmamoğlu, o adaysa ben de adayım dediğinde nasıl tavır alacaksınız sorusuna) Bizim partide öyle bir şey olmaz. Bunu zaten Sayın Mansur Yavaş’tan da duydum. ‘Partim aday gösterirse adayım’ diye ısrarla söylüyor, ki ona da bu yakışır. Geçmişte de hem Ekrem Bey hem Mansur Bey bu testlerden geçtiler. Hatırlayın, bir partinin sayın genel başkanı çıktı ve çağrı yaptı. ‘Biriniz cesaret gösterin, aday olun, hep birlikte sizi destekleyelim’ dediklerinde onlar ‘Bizim partimiz kimi aday gösterirse, onun arkasındayız’ dediler. O sözlerinin arkasında durdular. Bunu geçen seçimde deneyimledik. O yüzden farazi ‘şu olursa, bu olursa’ değil. Olmaz öyle bir şey bizde. Ama şu kadarını söyleyeyim. Cumhuriyet Halk Partisi’nde en temel ortak duygu şu: 100 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden Cumhuriyet Halk Partisi’ne ihtiyacı var. Türkiye’nin şu anda halkçı, toplumun ortak çıkarlarını önceleyen, her yerde eşitliği -hem ekonomik eşitliği sağlayacak, hem toplumsal eşitliği sağlayacak, hem cinsiyet eşitliğini- sağlayacak bir Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına ihtiyaç var. Buna inanıyoruz, buna motiveyiz.
“TÜRKİYE’NİN ÖNÜNE HÜKÜMET PROGRAMIMIZI KOYACAĞIZ”
Tüzüğümüz partiyi nasıl yöneteceğimizle ilgiliydi, orada oybirliği ile geçirdik. Şimdi bir program çalışması içindeyiz. 81 ilde, 973 ilçede ‘CHP hangi soruna ne öneriyor ve siz buna ne diyorsunuz?’ diye soruyoruz. Bu çalışmaya başladık, 6 ay sürecek çalışmanın ortalarındayız. Bunu mart - nisan gibi somutlaştırıp, Cumhuriyet Halk Partisi’nin daha kısa, anlaşılır, net ve çağı yakalayan bir programını; kadını gören, çevreyi gören, örneğin sürdürülebilir kalkınma hedeflerini çok net anlattığı, örneğin İstanbul Sözleşmesi konusunda tavrını çok net koyan, yani büyük bir grupla hep beraber en çok neyde uzlaşalım, ortak katların en küçüğü meselesinin dışında yüksek hedeflere bu toplumu Cumhuriyet Halk Partisi nasıl taşıyacak? Kalkınma hedeflerine, kadın - erkek eşitliğine. Toplumsal şiddete, kadına karşı şiddete, bütün hepsiyle ilgili ne dediğini söylediği bir program çalışması içindeyiz. Türkiye’nin önüne program çalışmamızı koyacağız. Türkiye’nin önüne aslında biz hükümet programımızı koyacağız. Adım adım, kararlı bir şekilde iktidara hazırlanıyor Cumhuriyet Halk Partisi, çok da iyi gidiyor.
“ADAYIMIZ ÜLKEYİ PARLAMENTER SİSTEME TAŞIYACAK”
(Anket sizi gösterse de denklemde yok musunuz? sorusuna) “Cumhuriyet Halk Partisi’nde en doğru aday kimse o aday olacak. Burada Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı temel karar verici noktadadır. Genel Başkan özel bir şeydir Cumhuriyet Halk Partisi’nde. Benim 40 yıllık arkadaşlarım karşımda düğme iliklemeye, ‘efendim’ demeye başladı. ‘Yapmayın arkadaş şunu’ diyorum ama genel başkanlığın gereği, onların Atatürk’ün koltuğunda oturan birine artık eskiden davrandıkları gibi davranmıyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi’nde Genel Başkanlık başka bir makam. Genel Başkan kendini denkleme soktu mu, etrafını da fena motive eder, kendisini de fena motive eder. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi’nde seçimi kazanacak aday vardır, bulunur, seçilir, üzerinde uzlaşılır, hep birlikte gider. Bir de şunu görelim: Bizim seçtiğimiz aday -önce bir kişi arıyoruz ya sistem onu gerektiriyor- Türkiye Cumhuriyeti devletini, bir anayasa değişikliği ile bir geçiş döneminden sonra parlamenter sisteme taşıyacak, tarafsız bir Cumhurbaşkanının olduğu, bir başbakanın olduğu ve pek çok koltuğun güçlü ve kuvvetli olduğu bir demokrasiye dönüştürecek.
(İktidardan vazgeçeceksiniz yani?) Hayır, iktidardan vazgeçer miyiz? Aksine, denge ve denetleme. Niye iktidardan vazgeçmek? Bu sistem bu haliyle felaket üretiyor. Ekonomik krizleri de bu sistem üretiyor. Bu sistem, kişinin hatalarına ve kişinin etrafının bir demokrasi üstü güce dönüşmesine sebebiyet veriyor. Dünyanın en güçlü 10 ekonomisinden dokuzu güçlü parlamentolarla yönetiliyor. Birisi başkanlık, o da Amerika 52 devletin federasyonundan oluşuyor. Bir tane de yarı başkanlık, Fransa’da var. Ama dünyanın en fakir ülkeleri hep başkanlık ya da yarı başkanlıkla yönetiliyor.
“MİLLET, DEVLETİNİ SEVER”
(İmamoğlu’na siyasi yasak bekleyip beklemedikleri konusunda) Ben yakın yere koymuyorum, böyle bir hatayı yapacaklarını hiç düşünmüyorum. Böyle bir hatayı yaparlarsa yeniden devleti milletin karşısına dikmiş olurlar. Türkiye Cumhuriyeti’nde insanlar, millet, Türk milleti devletini sever. Çağırır, askere gider, gerekirse onun için ölür. Vergisini verir. Devletine toz kondurmaz. Ama karşısına birileri iktidarını sürdürmek için devleti dikerse ya da millete dikte ederse, devlet ile millet yarışırsa millet kazanır. Kenan Evren ‘Askeri kökenli bir adayı seç’ dedi. Özal’ı seçtiler. 28 Şubat sürecini yaşadık. 15 Temmuz akşamı devletin imkanlarını eline geçirmiş birileri, devleti ele geçirmek için milletin karşısına dikildi, yine millet kazandı. Onlarda F16 vardı, tank vardı. Millette hiçbir şey yoktu ama millet kazandı. 31 Mart‘ta başka bir şey yaşandı. Atatürk’ün kurduğu Anadolu Ajansı, o ajans ki cepheden bize haber getirecekti, TRT kurumu… Bunlar bir partinin, bir ittifakın seçim aygıtlarına dönüştürüldüler. Kaymakamlar seçim gezilerine çıktı, valilerden ‘Seçim kaybettin’ diye görevden alınanlar var. Oysa ki seçimi AK Parti kaybetti. Valilerden il başkanı performansı beklendi. Ne zaman ki devleti milletin karşısına diktiler, ne zaman ki askerlerimiz, uzman çavuşlarımız hiç gitmedikleri ve bir daha hiç yaşamayacakları şehirlerde taşınıp oy kullandırıldılar. Millet karşısında devleti görünce orada Cumhuriyet Halk Partisi milletin yanındaydı, millet de CHP’nin arkasındaydı yine millet kazandı. O yüzden devletle milleti yarıştırmaya kalkarlarsa, ellerindeki güçle bir adayın adaylığına engel olurlarsa bir şey söyleyeyim mi, o adayı çok yakın zamanda cumhurbaşkanı yaparlar.
“SANDIKTA MİLLET AKP’YE BEDELİNİ ÖDETİR”
(Çıkarsa ne yapacaksınız?) Tut ki çıktı, ne olur biliyor musunuz? O siyasi yasağın bedelini AKP’ye sandıkta millet ödetir. Bize de anayasayı çok hızlı değiştirecek çoğunluğu verir. O yasak kalkar. Tayyip Bey bunu bir yerlerden hatırlamıyor mu? Tayyip Bey bunu bir yerlerden hatırlamıyor mu? Şu anda Tayyip Bey dünya siyaset tarihine geçecek bir üçlemeyi yaşıyor ve yaşatıyor. Siirt üçlemesi. Siirt’te okunan bir şiir yüzünden siyasi yasak geldi kendisine. Siirt’te Cumhuriyet Halk Partisi’nin Deniz Baykal‘ın anayasayı değiştirmeseydi Siirt milletvekillerini birlikte istifa ettirmemiz üzerine, Siirt seçimleri yenilendi, Siirt’ten milletvekili seçildi ve Başbakan olma imkanını yakaladı. Siirt’in seçtiği belediye başkanını yüzde 63’le Tayyip Bey geçen seçim döneminde kayyum atadı. Bu dünya siyaset tarihine geçecek büyük çelişkinin Siirt üçlemesidir. Siirt’te bir şiir, siyaset yasağı, Siirt’te siyasete dönüş, Siirt’in kararına kayyum atamak. Artık Tayyip Bey, o Tayyip Bey değil. Ve o Tayyip Bey yani kendisine siyasi yasak gelince milletin oy verdiği, destek verdiği, siyasi yasağı kalksın diye sahip çıktığı Tayyip Bey şimdi siyasi yasak getirmeye çalışıyorsa, Tayyip Bey bu filmi bir kere de tersten izleyecek demektir.
“HİÇBİR PROBLEM YOK”
(Santraforlarınız arasında bir problem var mı?) Yok. Hiçbir problem yok. Gayet iyiler. Zaman zaman fikir ayrılıkları hep olur siyasette. Ben ikisinin de birbirine karşı saygısını, hürmetini bilirim…
(Lütfü Savaş hakkında) Lütfü Savaş’la bir alakam kalmadı, o sözleri söyledikten sonra hak ettiği yere gitti.
“EMEKLİNİN 5 BUÇUK ÇEYREK ALTINI KAYIP”
(‘Asgari ücret 30’ diyorsunuz, 30 olmazsa ne olacak?) Hiç tavsiye etmem. Geçen sefer yaptıkları zamdan sonra ben emeklileri topladım ve dedim ki ‘Önümde yüze yakın seçim mitingi var. O mitingleri emekli mitingine dönüştürmeyen namerttir’ dedim. 105 miting yaptım, 105’inin sonlarına doğru hep izlediniz. ‘Emekliler bir el kalırsın’ diyorduk, koca meydan emeklilerle doluydu. Emekliler geçen sefer hakkını seçim meydanlarında aradı. Ben emekliler ve asgari ücretliler için şunu söylüyorum. Bir asgari ücretli AK Parti geldiğinde yedi çeyrek altın alıyordu maaşıyla. Şu anda üç çeyrek altın alıyor, dört çeyrek altın kayıp. Bir emekli AK Parti geldiğinde 1.5 asgari ücret alıyordu, şimdi 0.7. O maaşıyla sekiz çeyrek altın alabiliyordu, şimdi 2.5 çeyrek altın alıyor. 5.5 çeyrek altın kayıp. Bir emekli ya da asgari ücretli cebine koyduğu altını evde gitti, kuyumcudan gelirken düşürse, aklı çıkar. ‘Nerede kaybettim’ diye gerisin geriye o yollara bakar. Arar değil mi? Bir şey kaydedildiği yerde bulunur. Bizim emekli bir altın değil 5.5 çeyrek altın, bizim asgari ücretli dört çeyrek altını, bir sefer değil, her ay, hepsi birden kaybetmiş. Nerede bulacaklar? Kaybettikleri yerde, seçim sandığında. O yüzden hiç tavsiye etmem AK Parti‘ye emekliyi bu halde bırakmasını. Hiç tavsiye etmem AK Parti‘ye asgari ücretliyi bu halde bırakmasını. Nasıl geçen seçim meydan meydan gezdik ve bu işi toplumsallaştırdık. 30 bin liranın altındaki asgari ücrete de itirazımız var, emeklinin hakkının yenmesine de itirazımız var. Bu sene emekli yılı ilan edildi, emekliler ‘Lanet olsun’ diyorlar. ‘İlan etmez olaydınız’ diyorlar.
“SİLKELEYİP DÜŞÜRMEYE ÇALIŞIYORLAR”
Bir yandan Tayyip Bey belediyeleri silkelemekten bahsediyor. Ben de söyledim bizim Manisa’da ne silkelenir? Zeytin silkelenir. Neden? Son kalanları da düşsün diye. Öyle yaptılar, böyle yaptılar, halen daha silkeleyip düşürmeye çalışıyor. Oradan düşerse, düşen nedir biliyor musun? Hatta bugün gittiğim ilçeyi biz AK Parti’den devraldık. AK Parti’den aldığımız ilçede çalışanlar Cumhuriyet Halk Partililer değil, onlara maaş ödeyemez duruma geliriz. Maaş ödeyemez duruma gelirsek büyük bir felaket yaşanır. O yüzden Tayyip Bey o hesabı kitabı doğru yapsın. Ama bir silkeleme olacaksa vallahi millet yaka silkiyordu bunlardan, bunları sırtından silkeleyip atacak bu seçimde. Başka bir çareleri kalmadı. Biz sokakta çok yüksek bir tansiyon ölçüyoruz. Bu tansiyon yoksullaşmaya dair. Yeni yoksullar var, eskilerin orta direği. Artık öğretmenler yoksul, artık memurlar yoksul. Eskiden beyaz yakalılar bir maaş alıyordu, sizler hep biliyorsunuz. Örneğin maaş 66 bin lira, az yani. Ama dört ikramiyesi var. Şimdi tam tersi 66 bin lira maaş alan dört maaş kadar vergi ödüyor. Dört maaş kadar vergi. Bu kadar adaletsiz bir vergi sistemi var. Şubat ayında ikinci dilim, nisanda üçüncü dilim, temmuzda dördüncü dilime geçiyor. 66 bin lira alan, 12 maaşın dördünü veriyor. Şimdi beyaz yakalı artık şöyle, ‘Maaş 66 ama dördünü Tayyip Bey alıyor’ diyorlar.
“BAŞARILI BİR GENEL BAŞKAN, DİYECEK”
(Sayın Kılıçdaroğlu’na sizin başarılı bir genel başkan olup olmadığınız sorulduğunda ‘Başarılı bir Grup Başkanvekiliydi’ dedi. Ne hissettiniz?) Gayet iyi hissettim. Çünkü Grup Başkanı kendisiydi ben de 8.5 yıl parti tarihinde bundan uzun yapan bir kişi var. Ama sonra da Grup Başkanı olarak devam ettim ve halen devam ediyorum. O dönemdeki performansımı başarılı bulması, benim o zaman üstümde olan tek kişi olarak benim için çok iyi. Şimdi gelecek genel seçim akşamı sorulduğunda da ‘Başarılı bir genel başkan’ diyecek.